Süleyman KÖSMENE |
|
Bediüzzaman’a göre ‘Levlâke levlâk’ hadisi - 2 |
Zeynep Hanım: “Risâle-i Nûr’a göre, ‘Levlâke, levlâke lemâ halaktü’l-eflâk’ (Sen olmasaydın, Sen olmasaydın, Ben âlemleri yaratmazdım) hadis-i kudsîsinin yorumu nasıldır?”
Hazret-i Muhammed’in (asm) nûru ile dünyânın şekli değişmiştir. İnsan ve bütün kâinâtın hakîkî mâhiyetleri ancak o nûr tûfânı ile aydınlanmış ve açıklanmıştır. Onun (asm) getirdiği nûr ile anlaşılmıştır ki; şu kâinâttaki her şey, Allah’ın isimlerini okutan birer değerli mektup, birer vazîfeli memur, kendisini bekâ âlemine hazırlayan birer kıymetli ve mânâlı varlıktırlar. Eğer o nûr olmasa idi, varlıklar tamamıyla mutlak fenâya mahkûm, kıymetsiz, mânâsız, faydasız, abes, boş, karmakarışık ve tesâdüf oyuncağı mâhiyetinde evhâm karanlıkları içinde kalacaktı. İşte bu sırdandır ki, akıl sahibi bütün insanlar ve yerlerden göklere kadar bütün varlıklar onun (asm) nûruyla iftihâr etmektedirler.1 Eğer o nûr olmazsa kâinâtın da, insanın da, hattâ her şeyin de hiçe ineceğini beyan eden Said Nursî Hazretleri, böyle güzel ve eşsiz bir kâinâta, böyle eşsiz bir zâtın (asm) lâzım olduğunu kaydeder. “Yoksa kâinat da, eflâk da olmamalıdır” der.2 Bedîüzzaman Hazretleri, bu hadîs-i kudsî’yi Resûlullah Efendimiz’in (asm) ibâdeti ve duâsı ile de îzah eder. Zamanın ve mekânın tek ferdi sıfatıyla Resûl-i Kibriyâ Efendimiz (asm), öyle yüksek bir namazda, insanı ve bütün mahlûkâtı mutlak fenâya düşmekten, kıymetsizlikten, faydasızlıktan, abesiyetten âlâ-yı illiyyîn olan kıymete, bekâya, Cennete, ulvî vazîfeye ve Allah’ın birer mektubu olma makamına çıkarmak için, öyle umûmî bir duâ etmektedir ki, Hazret-i Âdem’den (as) Kıyâmete kadar gelen bütün peygamberler, bütün kâmil ve nûrânî insanlar kendisine uyarak, duâsına “Âmin!” demektedirler. Öyle umûmî bir ihtiyaç için duâ etmektedir ki, değil dünyâ ehli; semâvât ehli ve bütün kâinât dahî onun (asm) niyâzına iştirâk edip hal diliyle, “Oh! Evet, Yâ Rabbenâ ver! Duâsını kabul et! Biz de istiyoruz!” diyorlar. Duâsına ve niyâzına bütün mevcûdât, semâvât ve hattâ arş vecde gelip, “Âmin! Allâhümme Âmin!” diyorlar.3 Peygamber Efendimiz’in (asm) ibâdet hayatının ve duâsının insanlık âlemi için ebedî saadetin ve Cennetin varlığının sebebi; peygamberliğinin ve hidâyetinin de ebedî saadete ve Cennete kavuşmanın vesîlesi olduğunu önemle vurgulayan4 Bedîüzzaman Hazretleri, diğer yandan Hazret-i Muhammed’in (asm) peygamberliğinin bu imtihân dünyâsının açılmasına sebep olduğunu, onun ibâdet hayatının ve getirdiği ibâdet prensiplerinin de ebedî saadet yurdu olan âhiretin açılmasına vesîle olduğunu kaydeder. Anlaşılıyor ki, Resûlullah Efendimiz’in (asm) peygamberliğinin hürmetine “dünyâ hayatı”, ibâdetinin ve duâsının hürmetine de “ebedî âhiret hayatı” yaratılmıştır.5 Hazret-i Muhammed’in (asm) kâinâtın “ille-i gâiyesi,” yani kâinâtın biricik varlık sebebi olduğunu ve Yaratıcının ona bakıp kâinâtı halk etmiş olduğunu belirten ve buradan “Eğer onu îcad etmeseydi, kâinâtı dahi îcad etmezdi”6 hükmüne ulaşan Bedîüzzaman Saîd Nursî Hazretleri, Hazret-i Muhammed’in (asm) maddî ve mânevî hayatının, kâinâtın ruh ve hayatından süzülmüş bir özün özü olduğunu; peygamberliğinin de kâinâtın his, şuur ve aklından süzülmüş en sâfî bir öz olduğunu kaydeder. Buna göre, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın hayatı, kâinât hayatının hayatıdır. Peygamberliği, kâinât şuurunun şuurudur ve nûrudur. Kur’ân’ın Vahyi ise, kâinât hayatının rûhudur ve kâinât şuurunun aklıdır.7 Hazret-i Muhammed’in (asm) maddî ve mânevî hayatı ile kâinât hayatı arasında böylesine “ruh-beden” ilişkisi kuran Üstad Saîd Nursî hazretleri, ruhun ayrılışı ile bedenin çökeceği misâlinde olduğu gibi; Hazret-i Muhammed’in (asm) “peygamberlik nûrunun” kâinattan çıkıp gitmesi halinde de kâinâtın vefât edeceğini; Kur’ân’ın gitmesi hâlinde ise kâinâtın dîvâne olacağını, dünyânın da kafasını ve aklını kaybedeceğini; şuursuz kalmış olan başını bir gezegene çarpacağını ve kıyâmeti koparacağını haber verir.8 Bedîüzzaman’ın bu beyanları, hem kıyâmetin kopuşunu haber veren sahih hadislerle örtüşmekte; hem de “Levlâke” hadîsini farklı bir yaklaşımla yorumlayarak, onun (asm) nûru olmadığında kâinâtın nasıl ve niçin dağılacağını ve yıkılacağını açıklar mâhiyettedir. Nitekim Kur’ân bu hikmetleri, “Biz Seni ancak âlemlere rahmet olasın diye gönderdik!” 9 âyeti ile doğruluyor! Bu durumda, hiç abartısız olarak denilebilir ki: Hazret-i Muhammed (asm) olmasa idi, bütün maksatlar-–bütün insanlığın ve bütün kâinâtın var oluş maksatları—beyhûde olacaktı. Nasıl ki, anlaşılmaz ve muallimsiz bir kitap, mânâsız bir kâğıttan farksız oluyor ise, bu kâinât sarayının da, bu dünyâ menzilinin de, bu mevcûdât kitâbının da ya bir tarif edici ve muallim nezâretinde bulunması, ya da bulunmaması lâzım geldiği anlaşılmalıdır.10 Doğrudan vahye mazhar olan bu tarif edici ve muallim ise, Hazret-i Muhammed’den (asm) başkası değildir.
Dipnotlar:
1- Sözler, S. 71, 2- Sözler, S. 215, 3- Sözler, S. 70, 218, 4- Sözler, S. 70, 217, 5- Sözler, s. 72; Mesnevî-i Nûriye, s. 38, 6- Mektûbât, S. 191, 7- Lem’alar, S. 329, 8- Lem’alar, 329, 9- Enbiyâ Sûresi: 107, 10- Sözler, S. 113. 24.04.2010 E-Posta: [email protected] |