Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Paketle uğraşırken |
Yedi buçuk yıllık tarihinin istisnaî yoğunluklarından birini daha yaşayan AKP ağırlıklı Meclis, anayasa paketi için sabahlara kadar mesai yapıyor. “Aman ha, sakın fire vermeyelim” telâşındaki Başbakanın olağanüstü sıkı ve yakın markaj ve takibi altında oturum ve oylamalara katılan ve bîtap düşen bakanlar ve AKP’li vekiller, sıralara kapanıp kestiriyorlar. Buna rağmen ilk oylama sonuçları iktidar partisinin 4-5 fire verdiğini gösteriyor. Bazı bağımsızların desteği olmasa kabul oyları 330’un altında kalacak. Yani kritik bir durum söz konusu. Çünkü 330’u bulamamak, haftalardır tartışılan referandum seçeneğini, CHP’nin AYM’ye gitmesine mahal bırakmadan gündemden kaldırır. Zira değişiklik Mecliste kabul edilmemiş sayılır. Onun için Başbakan tam bir alarm halinde. Bilhassa CHP’nin evvelâ Gül’e “Sadece onları referanduma götür” çağrısı yaptığı, ardından iktidar partisine “Askıya al ve seçim sonrasına ertele” dediği “3 konu ve 14 madde”de, kabul için gerekli sayının altında kalmamayı hedefliyor. Peki, Meclisin, gündemindeki diğer bütün konuları bir kenara bırakarak günlerdir tamamen ona odaklandığı paket kabul edilirse ne olacak? Meclisten geçtiği, Anayasa Mahkemesine götürülmediği, oraya gitse bile iptal edilmeyip yürürlüğe girdiği gibi, gerçekleşme ihtimali düşük görünen varsayımları olmuş sayarak sorarsak: Paketteki düzenlemeler, yargı vesayetini kırıp yüksek yargıdaki kast sistemini ortadan kaldırabilecek mi? AYM ve HSYK’daki üye sayılarını arttırmak ve üye atamalarında cumhurbaşkanını belirleyici hale getirmek, Erdoğan’ın “Ne kadar başarılı düzenlemeler yaparsanız yapın, kararları yine yargıçlar veriyor” beyanıyla ifade ettiği olguyu, yani meselenin temelinde yatan “zihniyet” problemini aşabilmek için yeterli olabilecek mi? Atama tercihlerinde doğru isimler seçilebilirse, zaman içinde kısmen de olsa bu yol açılabilir. Bugün HSYK’da en çok problem çıkaran üyelerden birinin, yedi yıl önce AKP iktidarınca ödüllendirilip oraya getirilmiş olduğunu hatırlarsak, bu meselenin önemi daha iyi anlaşılabilir... Ancak asıl olan, kişilerden öte, sistemi düzeltmek. Ve bunu, bir ideolojik kavga ya da rövanş izlenimi uyandırmadan, mümkün mertebe karşı cephe oluşmasına meydan vermeden ve eğer oluştu ise bu cepheyi olabildiğince küçültmeye çalışarak ve muhalifleri ikna ederek başarmak. Evvelce TÜSİAD, Barolar Birliği, hattâ CHP tarafından hazırlanan anayasa taslakları, şimdi AKP’nin telâffuza dahi cesaret edemediği ölçüde demokratik açılımlar içeriyorken, şimdi AKP damgalı anayasa değişikliklerine karşı aynı adreslerden niye itirazlar geldiğini iyi tahlil etmek. İşte burada irdelenmesi gereken noktalar var. Gündemdeki paketin askerle ilgili maddeleri de, bilhassa komisyonda yapılan değişikliklerden sonra, paketi destekleyen kesimlerce dahi eleştiriliyor. YAŞ’a açılan yargı yolu daraltılırken askere sivil yargı düzenlemesinde askere verilen inisiyatif alanının genişletilmesi gibi “rötuş”lar, söz konusu düzenlemeleri “Dostlar alışverişte görsün” deyişindeki mesaja uygun hale getiriyor. Bunca emek, enerji ve vakit harcanıp uğruna bu kadar tartışmalar yapılan ve gerginlikler yaşanan bir paket, işleyişte dişe dokunur bir netice getirmezse, bu durumu en iyi tarif edecek deyişlerden biri de “Dağ fare doğurdu” sözü olacak. Ve iktidar bütün himmet ve gayretini böyle bir pakete yoğunlaştırırken, “gizli anayasa” olarak anılan Millî Güvenlik Siyaset Belgesine dayalı antidemokratik uygulamalar tamgaz devam ediyor. Kaldırıldığı açıklanan EMASYA protokolündeki sistem, İl İdaresi Kanununa istinaden aynen sürdürülürken, okullardaki Millî Güvenlik dersleri, askerin, öğretmen ve öğrencileriyle birlikte bütün eğitim kurumlarını izleme, denetleme, fişleme, kontrol aracı olarak kullanılıyor. Anayasa paketi gibi “büyük” işlerle uğraşmaktan, böyle “önemsiz” meselelere sıra gelmiyor... 24.04.2010 E-Posta: [email protected] |