Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Risale-i Nur’la bozulan planlar |
Diyanet İşleri Başkanı, Elmalılı tefsiriyle Sahih-i Buharî Muhtasarı’nın neşredilmesini, “Atatürk’ün din konusunda toplumu doğru bilgilendirmek istemesi”ne bağlıyor. Buradaki “doğru bilgilendirme”den kastın ne olduğunun açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Bu noktada, dini reddeden bir anlayışın “doğru”su ile, dine içtenlikle ve yürekten inanan bir yaklaşımın “doğru” algısı taban tabana çelişir. Bardakoğlu’nun bahsettiği “toplumu doğru bilgilendirme isteği” bunlardan hangisine uyar? Dün bir kısmını hatırlattığımız hatıra ve kayıtlar, o dönemde bir tefsir yazdırılışındaki asıl niyetin, “Kur’ân tercüme edilsin; tâ—hâşâ—ne mal olduğu bilinsin” planı olduğunu gösteriyor. Ne var ki, Cenab-ı Hak, mukaddes kitabı için yazılan bir tefsirin, “Kur’ân’a suikast” gibi dehşetli bir maksat için kullanılmasına izin vermedi. Ve bu dessas planın bozulmasında, özellikle Risale-i Nur son derece güçlü bir tesir icra etti. Bunun üzerine, Türkiye’de yaşanan İslâmı, ibadet dilini Türkçeleştirerek aslından koparıp dejenere etme planı, ilk adım ve başlangıç aşaması olarak Türkçe ezanla tatbikata konuldu. Hemen ardından namaz dilini Türkçeleştirme merhalesine geçilmek istendi. Hattâ bazı İstanbul camilerinde bunun denemeleri yapıldı. Ama arkası gelmedi. Yürümedi. Sebep, büyük ihtimalle Türkçe ezanı dahi hazmedemeyip sessiz de olsa protesto eden halkın daha da artacak tepkisinin önüne geçememe endişesi olmalıydı. Böylece “dinde reform” hevesi Türkçe ezanla sınırlı kaldı. O da, 1950’den sonra milletin sesine kulak veren DP iktidarının ilk icraatlarından biri olarak kaldırıldı; ezan hürriyetine kavuştu. Ondan sonraki dönemlerde bir daha Türkçe ezana geri dönülmedi. 27 Mayıs ve 12 Eylül’de gündeme getirmeye kalkışanlar oldu, ama MBK ve MGK cuntaları bu talepleri yerine getirmek için teşebbüste bulunmayı dahi göze alamadılar. Çünkü tek parti dönemindeki Türkçe ezan uygulamasının millet nezdinde ne kadar derin bir infiale yol açtığını herkesten çok onlar biliyor ve görüyorlardı. Bu sebeple, mutlak iktidar ellerinde olduğu halde, Türkçe ezanı yeniden hortlatma cür’et ve cesaretini hiçbiri gösteremedi. Türkiye’yi tekrar 1930’lara döndürme hevesiyle başlatılan 28 Şubat’ta da aynı durum devam etti. Ve hiç kimse Türkçe ezandan söz edemedi. Buna karşılık, ömrünün son deminde Cemal Kutay kullanılarak, “Atatürk’ün beraberinde götürdüğü hasret: Türkçe ibadet” muhabbeti başlatıldı. Ama bu da mâkes ve taraftar bulamadı. Eğer tutsaydı, Atatürk sağken ilk denemeleri yapılıp sonra arkası getirilemeyen Türkçe namaz bid’atının yaygınlaştırılmasına çalışılacaktı. Türkçe tercümelerini kullanarak Kur’ân’ı yıpratma ve gözden düşürme planı çerçevesindeki girişimler de zaman zaman gündeme getirildi. Ancak bu plan daha proje aşamasındayken Risale-i Nur’la konulan set aşılamadığı için, bu yöndeki bütün çabalar başarısızlıkla sonuçlandı. Keza, yine M. Kemal’in talimatıyla hazırlanıp Diyanet’e bastırılan Sahih-i Buharî Muhtasarı-Tecrid-i Sarih Tercümesindeki, gerçek mânâsının idraki için doğru yorumlara ihtiyaç bulunan bazı hadisleri dile dolayarak Peygamberimizi ve dinimizi karalama gayretleri de topluma mal edilemeyen çok marjinal girişimler olarak kaldı. Yakın dönemde bu tür çabalarıyla gündeme gelen en agresif isimlerden biri, 28 Şubat’ın da perde gerisindeki tetikleyicilerinden biri olduğu bilinen ve yakınlarda ölen Prof. Dr. İlhan Arsel’di; çok uğraştığı halde o da başarılı olamadı. Lâfzına bakılınca bugünün anlayışıyla çelişiyor gibi görünen bazı hadisler üzerinden yürütülen taarruzları yine Risale-i Nur püskürttü: O lâfızların mecazlı ifadelerinde, ancak yüzyıllar sonra keşfedilen hakikatlerin yattığını izah ederek... Evet, İslâmî hayatı, iki ana kaynağı ve mesnedi olan Kur’ân ve Sünneti tahrip ederek ortadan kaldırma planları Risale-i Nur’la böyle bozuldu.
16.04.2010 E-Posta: [email protected] |