Cevher İLHAN |
|
“Eğitim hakkı”nın “inanç hakkı”yla takası... |
Hafta sonunda yapılan 1.5 milyondan fazla öğrencinin girdiği Yüksek Öğretime Giriş Sınavı (YGS), yine yasaklar gölgesinde kaldı. Yine “eğitim hakkı” ile “inanç hakkı” takas edildi. İnancı gereği başörtüsü takan öğrenciler demokratik eğitim hakkından mahrum bırakıldılar; yüksekokul giriş sınavlarına giremediler... Böylece demokratikleşme ve özgürlükler için anayasa değişikliği paketi hazırlayan, AB müzâkere sürecindeki Türkiye’de, insan haklarının başında gelen inanç hakkının gereği olan başörtüsüne getirilen yasadışı yasakla, eğitim hakkı bir defa daha engellendi. Esasen Türkiye’de kadınların kılık ve kıyafetleri hakkında hiçbir kanun yok. İslâm’da tesettürün bir parçası olan başörtüsü, devletin din işlerinde yetkili anayasal kurumu olan Diyanet’in fetva kararlarıyla Kur’ân’ın hükmü… Buna rağmen bir demokratik eğitim hakkının “yasa” konusu yapılması, yasağı daha da içinden çıkılmaz hale soktu. Doğrusu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, başörtüsünü “siyasî simge”, “laikliğe aykırı” ve “gerginlik sebebi” sayan “savunma” gönderip, yasakçıların uyduruk “yasak gerekçeleri”ni onaylayan AKP hükûmeti, bu tavrıyla daha baştan işi çözümsüz hale getirdi. Ve Başbakan Erdoğan’ın İspanya’da “Velev ki siyasî simge de olsa!” çıkışıyla başlayan ve mevzuatta hakkında hiçbir yasaklayıcı hüküm bulunmayan başörtüsü hakkında “anayasal değişiklikleri” teşebbüsü, yasağı -yasakçıların nezdinde- âdeta yasallaştırıp daha da azdırdı. Yasakçıların eline “yeni bahaneler” verdi…
YASAK DAHA DA YAYGINLAŞTI… Gelinen noktada Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın, yasadışı başörtüsü yasağını anayasayla kaldırması yanlışlığına dikkat çektiği gibi, siyasî iktidarın, insan haklarını, hak ve özgürlükleri siyasî tartışmaların odağına alması, çözümsüzlüğü getirdi. Anayasa Mahkemesi Başkanı, “Türban meselesi, bir insan hakları meselesidir, çözülmelidir. Ama yasa ile değil; toplumlar yaşayarak, zamanla bunu kendi içinde çözmelidir. Eğer, ‘Hayır benim gücüm var, ben de uygulattırırım’ derseniz, sadece o işi çözümsüz hale getirirsiniz. Toplumu kamplara bölersiniz. Durum ona gelmedi mi?” diye sormuştu. Gerçek şu ki başta Yeni Asya olmak üzere öteden beri sağduyulu çevrelerin ciddî ikazlarına rağmen, sırf politik şov ve siyasî rant uğruna yasadışı yasak için anayasal değişikliğe başvurulması, problemi daha da derinleştirdi. Oysa Kılıç’ın da belirttiği gibi, yasa çıkarmak yerine Türkiye’nin çözmesi gereken, başörtüsü ile ilgili düzenlemede inisiyatif üniversite rektörlerine bırakılabilirdi. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. maddesi, “Herkes, düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir” esasını belirliyor. 14. maddede, “cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal ya da başka görüşler, ulusal veya sosyal köken benzerî hiçbir ayırım gözetilmeksizin vatandaşların Sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanmasının sağlanmasını” devlete yüklüyor. Ve Sözleşme’nin Ek Protokol’un 2. maddesi, “Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılmaz. Devlet, eğitim ve öğretim ile ilgili üzerine aldığı görevleri yerine getirirken, anne ve babaların çocuklarına, kendi dinî ve felsefî inançlarına uygun olan bir eğitim ve öğretimin verilmesini isteme haklarına saygı gösterir” temel vazifesini hükme bağlıyor… Siyasî iktidar, bütün bunlara dayanarak hak ve özgürlüklere zemin hazırlayabilirdi…
KATSAYI MAĞDURİYETİNE DEVAM! Ne var ki hiç gereği olmadığı halde bu hususta yasa yapmaya kalkışıldı. Neticede “dindar cumhurbaşkanı” sloganıyla halkın hak ve hürriyetler talebini ve hissiyatını siyasî desteğe dönüştürerek partinin ikinci adamını Cumhurbaşkanı seçtiren AKP iktidarı döneminde, hak ve özgürlükler önüne bariyerler konuldu. Ne yazık ki “dindar Cumhurbaşkanı”nın atadığı rektörler, yasağı aynen sürdürdüler. Başörtüsü yasağı daha da yaygınlaştı. Yasak, kampuslerden üniversite kapılarına, kimliklerdeki fotoğraflara kadar genişletildi. O denli ki peruk takanlar bile sınava sokulmadı. Halbuki mesele, zaman içerisinde akl-ı selime bırakılabilir, hiçbir yasal dayanağı bulunmayan bu temel hak ve özgürlük temin edilebilirdi… Keza yeni dönemde YÖK Genel Kurulu üyelerinin çoğu değişti; ama diğer yasakçı uygulamalar değişmedi. Başörtüsünde hiç gereği yokken yasa çıkarmaya yeltenen AKP iktidarı, ne garip ki “katsayı” konusunda yasa çıkarmaya yanaşmadı. Hükûmetin, meslekî ve teknik liselerin mezunlarının yükseköğretime giriş sınavlarında “katsayı” uygulanmasını şart koşan Yükseköğretim Kanunu 45. maddesini değiştirmeyip çözümü YÖK’ün yönetmeliklerine havale etmesi, durumu içinden çıkılmaz hale getirildi. Danıştay’ın iptalleri üzerine yeniden YÖK Genel Kurulu’nun “yargı kararı zorunluluğu ile sistemin bütünlüğünü koruma gerekçesi”yle belirlediği “katsayı oranı”nda başa dönüldü. Böylece YÖK Başkanı’nın her fırsatta söylediği, “b, c, d ve e’ye kadar plânlarımız var; bunu baştan biliyorduk, her şeye hazırlandık” güvencelerinin altı boş çıktı. YÖK’ün bulduğu “sembolik formüller” bir işe yaramadı. Sonuçta YÖK’ün yönetmeliklerinden hiçbir çözüm çıkmadı. YÖK Başkanı’nın “Eskiye dönüş mümkün değil” taahhüdünün aksine eskiye dönüldü. Başörtüsü yasağında olduğu gibi bir milyon altıyüzbin meslekî ve teknik okul mezununun mağduriyeti devam ediyor…
13.04.2010 E-Posta: [email protected] |