Recep TAŞCI |
|
Bir soğan soyulurken |
18 yaşında…Hayatının baharında… Kalabalık ailesiyle birlikte gecekonduda yaşayan Bir gençti. Bütün yük arada sırada iş bulabildikçe çalışabilen babanın omuzlarındaydı. Artık eli ekmek tutmalı, babasının yükünü hafifletmeliydi. İş aramaya koyuldu. Lise mezunuydu. Mesleksizdi. Kimse yüzüne bakmadı. Torpil şarttı, adamı olmalıydı. Tek çare tahsile devam etmekti. Üniversiteyi kazanmalıydı. Ama bunun için bilgi seviyesi yetersizdi. Derslerin çoğu boş geçmiş, öğretmenler kendi dertlerine düşmüştü. Dershane paralıydı. Ana baba fedakârlığı göze aldı. Boğazdan kısılacak, dershaneye gönderilecekti. Taksit imkânı vardı. İlki ödendi. Sonra nefesler tükendi. Gerisi ödenemedi. Dershane alacak dâvâsı açtı. Avukat tutamadılar. Mahkeme hemen sonuçlandı. Anne 3 aya mahkûm oldu. Cezaevine kondu. Adalet tecelli etti! Demirparmaklıklar ardında acılarla, utançla geçen iki ay. Sonra… Tahliye. Oysa bir ay daha yatması gerekiyordu. Sürprizdi. Sevinçten deliye döndü. Özgürlüğün ilk dakikalarında ailesi ile kucaklaştı. Ama birini göremedi. Çok geçmeden acı gerçeği öğrendi. Yıkıldı. Annesinin hapse atılmasına dayanamayan oğlu hayatına son vermişti. Olay medyaya yansıyınca… Dershane şikâyetinden vazgeçmiş... Anne serbest kalmıştı. Hayat devam ediyordu. 11 Nisan Pazar günü Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) 1 milyon 500 bin adayın katılımıyla yapıldı. Bir kişi noksandı. Kimse fark etmedi. Ateş düştüğü yeri yakmıştı. Düşler bir fidanla birlikte kara toprağa gömülmüştü. Hikâye sizlere bayatlamış gelebilir. Ne var ki her gün benzerleri tazeliğini koruyor, sadece özneler değişiyor. Umudumuz bu hikâyelerin gündemden düşerek gerçekten bayatlamasıdır. Burada amacımız duyguları sömürmek değil. Düzenin perişanlığını birkaç açıdan gözler önüne sermektir. Birincisi: Yoksulluk. İnsanlar birkaç bin lira borç için hapsi boyluyor. İntiharların ardı arkası kesilmiyor. Milyonlar açlık ve yoksulluk sınırında. Parlatılmış rakamlar karın doyurmuyor. İkincisi: İşsizlik. Dünyada, nüfusuna göre en çok işsiz barındıran ülke. Her dört gençten biri işsiz. “Sanal” falan değil. Çıkın, bakın sokaklara. İş saatlerinde boş gezen kalabalıkları görün. Üçüncüsü: Faiz. Ocak söndürüyor. Enflasyonun tek haneye indiği bir ekonomide böyle yüksek faiz olur mu? Bin dolarlık borç 5 bin liraya çıkar mı? İnsafa sığar mı? Dördüncüsü: Eğitimin ticarîleşmesidir. Özel dershanelerin sayısı 4 binin üzerinde. Velilere maliyeti 5 milyar TL. Millî Eğitim bütçesi 28 milyar TL. Tablo çarpıcı. Eğitimin iflâsını ispatlıyor. Okullardaki eğitim neden yetersiz? Neden dershanelere ihtiyaç duyuluyor? Başka ülkelerde böyle bir rezalet var mı? On binlerce aday sıfır puan çekiyor. Sorumlusu kimler? Kafa yormalı. Geleceğimiz kararıyor. Beşincisi: Adalet. Bankaları hortumlayanlar… Hazineyi soyanlar… Keyif çatarken... Üç kuruş için garibanlar hapishanelerde sürünüyor. Hele… Milletvekillerinin… Zimmet… Dolandırıcılık… Yolsuzluk… İhaleye fesat karıştırmak… Gibi yüz kızartıcı suçlamalar karşısında dokunulmazlık zırhına sığınmaları… Vicdanları sızlatıyor. Bu bağlamda yazımızı şairin şu mısralarıyla noktalayalım: …. Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler, Hazine soyulurken aldırmıyor beyzadeler. Hayadan eser yoktur nafile bütün sözler. 26.04.2010 E-Posta: [email protected] |