Selim GÜNDÜZALP |
|
NASIL YAŞARSAK ÖYLE ÖLÜRÜZ |
Bir iman ve Kur’ân hizmetkârının, Recep Aydıncı Ağabey’in ardından
Nasıl yaşarsak öyle ölürüz. Ne büyük gerçek. Nasıl yaşarsak öyle öleceğimizi bildiğimiz hâlde, hayatımıza gereken dikkati gösteremiyorsak, ziyandayız, zarardayız. Sevgili Recep Ağabey, bu ziyandan, bu zarardan uzak kalmışlardan biriydi İnşallah. Zannımız ve inancımız böyle. Hayatını Kur’ân nurlarına adamış bir insan, Risâle-i Nurlara vakfetmiş bir insan. Âdeta nurdan bir insan. Hayatını bu yola adamış, gecesini gündüzünü, dersle, sohbetle geçiren bir insan. Sessiz sedasız, namsız nişansız, bu dünyadan Hakk’a yürüyüp giden bir adam. Yüzlerce gencin, ihtiyarın, çocuğun, hepimizin üstünde emeği, hakkı ve hizmeti var Recep Ağabey’in. Sesi, siması, yaşadığı dünyanın iç âleminin rengini, güzelliğini ele verirdi hemen. Dünyadaki son namazı olan yatsı namazının çıkışında kalbindeki ağrılar şiddetini arttırınca, yanındaki kuruyemişçi Seyfi Ağabeye “Hakkınızı helâl edin” diyor ve Kelime-i Şahadeti getirip ruhunu teslim ediyor bir garip köy camiinin şadırvanında. Cuma gecesi dersine gitmek üzere hazırlanmış iken vade erişiyor ve Hakk’a yürüyor. Sevdiklerimizin ardından bir şeyler yazmak kolay olmuyor. İnanın, hiç kolay olmuyor. Söylediklerimizi, dile kolay gelip de söylediğimizi zannetmeyin sakın. Değil, hiç de öyle değil. Bu söylediklerim, yetmiş yaşına yaklaşmış bir insanın, hizmetle dopdolu, güzel bir hayat yaşadıktan sonra bu dünyadaki son anlarıdır. Hayat hep böyledir. Güzel yaşanınca, sonu da hep güzel oluyor. O değil, Allah söyletiyor o ağza o kelimeleri. O mübarek Kelime-i Şahadeti. Allah (c.c.), kulunun ecelinin, onu nerede ve nasıl bulacağını biliyor. Rızık gibi ecel de, kaderde belli olduğu hâlde, üzerine bir perde çekilmiş olup, ilk nazarda gizleniyor gözlere. İlâhî bir hikmetin gereği, bu böyle. Bu durum insanın yararına olarak gizli tutulmuş. Tâ ki, kulun Rabbine olan ümit ve dua kapısı kapanmasın diye. Recep Ağabey’i ilk defa 1970’li yılların ortasında, Yeni Asya bürosunda çalışırken gördüm. Her hizmet erbabı gibi, onun da bu yolda unutulmaz, vefakâr hizmetleri oldu. Allah ondan razı olsun. Recep Ağabey’den geriye anlatılacak çok şeyler kaldı. Kazalara gidip geldiğimiz dersler, yollarda söylediğimiz ilâhiler, marşlar, dualar. Zübeyir ve Tahir Ağabeyler hakkında dinlediğimiz, yaşadığı anılar ve bize aktardığı hatıralar. Dedim ya, Recep Ağabeyden geriye anlatılacak çok şeyler kaldı. Ama en önemlisi, haftanın hemen her gününü ziyaretle, sohbetle, insanların kalplerindeki kederi gidermekle ve bastonuna dayanıp ağır ağır yürüyerek dükkân dükkân dolaşmakla geçirmesiydi. Hayatının son on yılını, çok ciddî bir hastalığa yakalanmasına rağmen, hizmetini hiç aksatmadan camiye, namaza, derse, sohbete devam ederek geçirdi. Şahidiyiz. Gerçekten büyük bir azim ve istikamet örneğiydi. Rabbim manevî şahadet mertebesini nasip eylesin İnşallah. Şimdi çok sevdiği hizmet ve dâvâ arkadaşı Ömer Toçoğlu Ağabey’le beraber yan yana yatıyorlar. Rabbim mekânlarını cennet eylesin. Kunduracı Halit kardeşten dinledim. Vefatına yakın günlerde, “Halit kardeş, çoğu gitti, azı kaldı ömrümüzün. Hatta azın da azı kaldı…” demiş. Allah kuluna hissettiriyor âkıbetini. Ölüme yakın yaşayan, hayatın kıymetini daha iyi biliyor olsa gerek. Çünkü her anını nurlandırmaktan geri kalmıyor. Böylece her bir an Allah için, ebedî bir hayatın rengine ve şekline bürünüyor. Ne mutlu ona ve onun gibi yaşayanlara. Yaşadığı gibi vefat etti, vazifesini bitirip göç etti. Üzerimizdeki emeğini, hakkını asla ödeyemeyiz. Allah ebediyen razı olsun. Ders arkadaşımız Fatih kardeşten dinledim. Vefat ettiği gecenin gündüzünde, tam dükkânının önünde, yanı başındaki komşusu, Recep Ağabey’i bir güvercinin başında beklerken görmüş. Meraklanmış, ne yapıyor diye. Sonra anlamış adamcağız ne olduğunu. Meğer hayvancık ağır yaralanmış, can çekişiyormuş. Recep Ağabey de bastonuna dayanıp öylece kalakalmış, tefekkür ediyormuş. Belki de kediden köpekten korumaya çalışıyormuş zavallıcığı. Öylece epey bir müddet beklemiş. Sonra güvercin can vermiş. Tenha bir yere bırakmış. Kim bilir, insan bir güvercin ölümünde belki de kendi ölümünü seyrediyordur, kim bilir... Ve aynı günün akşamı, ölüm meleği onun kapısını çaldı. Bize bıraktığı güzel bir miras var. Resulullah’ın (asm) sünneti olan namaza ve abdeste son derece titizlik ve bir de Üstad hasleti olan sohbet ve derslere devam. Gittiği yere güneş gibi giren adamdı. Soyadı gibi aydın bir adamdı. Allah ondan razı olsun, mekânı cennet olsun İnşallah. Yerine nice gençlerin yetişmesini Rabbimizden niyaz ediyoruz. Çok zor oluyor insanın sevdiklerinin arkasından bir şeyler söylemek. Ama ne yapalım, kader böyleymiş. Onu çok sevdiği Nurlardan, sadakatine bir nişane olarak, Onbirinci Söz’den bir - iki cümleyle uğurlayalım. Üstadımızın yanına, Hz. Peygamber Efendimizin (asm) şefaatine uğurlayalım. Ve Rabbimizin o engin rahmetine… “Sonra, o Rabbü’l-Âlemînin Ulûhiyetinin izhârına karşı, zaaf içinde aczlerini, ihtiyaç içinde fakrlarını ilândan ibâret olan ubûdiyet ile ve ubûdiyetin hulâsası olan namaz ile mukabele ettiler. Daha bunlar gibi, gûnâgûn ubûdiyet vazifeleriyle, şu dâr-ı dünya denilen mescid-i kebîrinde, farîza-i ömürlerini ve vazife-i hayatlarını edâ edip, ahsen-i takvîm sûretini aldılar. Bütün mahlûkat üstünde bir mertebeye çıktılar ki, yümn-i İmân ile, emn-i emânet ile mücehhez emîn bir halîfe-i arz oldular. Ve şu meydan-ı tecrübe ve şu destgâh-ı imtihandan sonra, onların Rabb-i Kerîmi, onları, imânlarına mükâfat olarak saadet-i ebediyeye ve İslâmiyetlerine ücret olarak Dârü’s-Selâma dâvet ederek, öyle bir ikram etti ve eder ki, hiç göz görmemiş ve kulak işitmemiş ve kalb-i beşere hutûr etmemiş derecede parlak bir tarzda rahmetine mazhar etti; ve onlara ebediyet ve bekâ verdi. Çünkü, ebedî ve sermedî olan bir cemâlin seyirci müştâkı ve âyinedar âşıkı, elbette bâkî kalıp, ebede gidecektir. İşte Kur’ân şâkirdlerinin âkıbetleri böyledir. Cenâb-ı Hak, bizleri onlardan eylesin, âmin.” (Sözler, 116)
Not: Recep Ağabey ve bütün Kur’ân hizmetkârları için Fatihalarınızı, duâlarınızı bekliyoruz. 25.04.2010 E-Posta: [email protected] |