Lahika |
Âyet-i Kerime Meâli
Rablerini inkâr edenlerin işledikleri, fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer. Kazandıklarından hiçbir fayda göremezler. İşte bu, haktan pek uzak bir sapıklığın tâ kendisidir.
İbrahim Sûresi: 18 |
25.04.2010 |
Millet Meclisine hitabe - 3 Şu inkılâb-ı azîmin temel taşları sağlam gerek Şu meclis-i âlinin şahsiyet-i mâneviyesi, sahip olduğu kuvvet cihetiyle, mânâ-yı saltanatı deruhte etmiştir. Eğer şeâir-i İslâmiyeyi bizzat imtisal etmek ve ettirmekle mânâ-yı hilâfeti dahi vekâleten deruhte etmezse... Aşiren: Bir yolda dokuz ihtimal-i helâket, tek bir ihtimal-i necat varsa, hayatından vazgeçmiş, mecnun bir cesur lâzım ki o yola sülûk etsin. Şimdi, yirmi dört saatten bir saati işgal eden farz namaz gibi zaruriyat-ı diniyede, yüzde doksan dokuz ihtimal-i necat var. Yalnız, gaflet ve tembellik hâsiyetiyle, bir ihtimal, zarar-ı dünyevî olabilir. Halbuki ferâizin terkinde, doksan dokuz ihtimal-i zarar var. Yalnız gaflet ve dalâlete istinad, tek bir ihtimal-i necat olabilir. Acaba dine ve dünyaya zarar olan ihmâl ve ferâizin terkine ne bahane bulunabilir? Hamiyet nasıl müsaade eder? Bâhusus bu gürûh-u mücâhidin ve bu yüksek meclisin ef’âli taklid edilir. Kusurlarını millet ya taklit veya tenkit edecek; ikisi de zarardır. Demek onlarda hukukullah, hukuk-u ibâdı da tazammun ediyor. Sırr-ı tevatür ve icmâı tazammun eden hadsiz ihbaratı ve delâili dinlemeyen ve safsata-i nefis ve vesvese-i şeytandan gelen bir vehmi kabul eden adamlarla hakikî ve ciddî iş görülmez. Şu inkılâb-ı azîmin temel taşları sağlam gerek. Şu meclis-i âlinin şahsiyet-i mâneviyesi, sahip olduğu kuvvet cihetiyle, mânâ-yı saltanatı deruhte etmiştir. Eğer şeâir-i İslâmiyeyi bizzat imtisal etmek ve ettirmekle mânâ-yı hilâfeti dahi vekâleten deruhte etmezse, hayat için dört şeye muhtaç, fakat an’ane-i müstemirre ile günde lâakal beş defa dine muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve lehviyat-ı medeniyeyle ihtiyâcât-ı ruhiyesini unutmayan bu milletin hâcât-ı diniyesini Meclis tatmin etmezse, bilmecburiyye mânâ-yı hilâfeti, tamamen kabul ettiğiniz isme ve lâfza verecek. O mânâyı idame etmek için kuvveti dahi verecek. Halbuki, Meclis elinde bulunmayan ve Meclis tarikiyle olmayan böyle bir kuvvet, inşikak-ı âsâya sebebiyet verecektir. İnşikak-ı âsâ ise, “Allah’ın dinine ve Kur’ân’a hep birlikte sım sıkı sarılın.” (Âl-i İmran Sûresi, 3:103) âyetine zıttır. Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatın ruhu olan şahs-ı mânevî daha metindir. Ve, tenfiz-i ahkâm-ı şer’iyeye daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsî, ancak ona istinadla vezâifi deruhte edebilir. Cemaatin ruhu olan şahs-ı mânevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur. Eğer fena olsa, pek çok fena olur. Ferdin iyiliği de, fenalığı da mahduttur. Cemaatin ise gayr-ı mahduttur. Harice karşı kazandığınız iyiliği, dahildeki fenâlıkla bozmayınız. Bilirsiniz ki, ebedî düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız İslâmın şeâirini tahrip ediyorlar. Öyleyse, zarurî vazifeniz, şeâiri ihyâ ve muhafaza etmektir. Yoksa, şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. Şeâirde tehâvün, zaaf-ı milliyeti gösterir. Zaaf ise, düşmanı tevkif etmez, teşci eder. “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” (Âl-i İmrân Sûresi, 3:173) “O ne güzel dost ve O ne güzel yardımcıdır.” (Enfâl Sûresi, 8:40) Mesnevî-i Nûriye, s. 86;
Tarihçe-i Hayat, s. 126, (yeni tanzim, s. 223)
LÜGATÇE:
ihtimal-i necat: Kurtuluş ihtimali. sülûk: Yol alma. zaruriyat-ı diniye: İman edilmesi mutlaka gerekli olan dinin esasları. ferâiz: Farzlar. gürûh-u mücâhidin: Mücahidler grubu. hukuk-u ibâd: Kul hakları. tazammun: İçine alma. sırr-ı tevatür: Bir sözün nesilden nesile sözüne güvenilir büyük bir kalabalık tarafından nakledilmesi sırrı. delâil: Deliller. safsata-i nefis: Nefsin saçmalaması, yalan ve uydurması. vesvese-i şeytan: Şeytanın vesvesesi. inkılâb-ı azîm: Büyük değişim. meclis-i âli: Yüce meclis. şahsiyet-i mâneviye: Manevî şahsiyet. an’ane-i müstemirre: Devam ede gelen örf, âdet ve gelenekler. lehviyat-ı medeniye: Medeniyetin gayrimeşrû eğlenceleri. hâcât-ı diniye: Dinî ihtiyaçlar. inşikak-ı âsâ: Birliğin bozulması, bölünme. tenfiz-i ahkâm-ı şer’iye: Dinî hükümlerin yerine getirilmesi. tehâvün: Ehemmiyet vermemek, önemsememek. tevkif: Tutma, durdurma. teşci: Cesaretlendirme. |
25.04.2010 |