Banu YAŞAR |
|
Almak ve olmak |
“İnsan ürettikleriyle mi, yoksa sahip olduklarıyla mı varoluşunu hisseder.”
Birçok psikolojik rahatsızlık ve sorunun arttığı günümüzde insanoğlu artık daha zor mutlu oluyor. Mutlu olması için, çok daha fazla şeye sahip olması gerekiyor. Yani mutluluk, şartlara bağlı bir duygu olmaya başladı. Belli kriterler ve standartlar gerçekleşmediğinde kolayca hüzne kapılabiliyoruz. Kendimizi yetersiz ve değersiz hissetmemiz artık daha kolay, mutsuz olmak için sadece kendi sahip olduklarımızdan daha fazlasına sahip biriyle tanışmamız yeterli oluyor. Değer ve değersizlik kavramları bile sahip olunan maddî ölçütlerle belirlenir oldu. Sahip olduklarımızın sayısı arttıkça daha önemli, daha değerli hissediyoruz kendimizi... Oturmuş kişilik yapıları yerine, dışarıdan gelen mesaja göre şekillenen, şişmiş benliklerimiz oluştu. Bir şey zevk verirse ve onu yapmak keyifli ise yapar olduk. Emek vermek ve beklemek sıradanlık ve güçsüzlüğün sembolü oldu. Her şeyi hesaplar olduk... Ne zaman neyi yapacağımızı ve neyi yaşayacağımızı... Hayatı sürekli kontrol altında tutmaya çalıştık, istediğimiz gibi olmayınca da, panikleyip, kaygılandık. Sürekli şikâyet ettik, havadan, sudan, hastalıktan, işten, arkadaştan... Mutlu olmak, tevekkül sahibi olmak, bir şeyleri zamana bırakmak, basit olmanın, zayıf bir algılama tarzının göstergeleri olarak kabul edildi. Üretmenin kendisi zevk verici olmaktan çıkınca, sahip olunanlar sergilenmeye başlandı. Elindekileri göstererek değerli olma duygusu ağır basınca, insanlar paylaşmak için değil, sergilemek için bir araya gelir oldular. Birlikteyken yaşanan kim daha mutlu yarışmaları asrın trendi olmaya başladı. Ne kadar rahatsız olsalar da görmek ve görünmek isteği daha galip geldi. Tek başına yaşanan huzur hali bile bunaltıcı yalnızlıklara dönüştü, evde yalnızken kendi iç sesimizi duymaktan korkup, kapıdan içeri girer girmez radyo ya da televizyonu açmaya başladık. Sessizliğin sesi bizi korkutur oldu. Kendi iç sesine kulaklarını tıkayan insan dışarıdan gelen seslerin rüzgârına kapıldı. Sürekli almak ve sahip olmak dürtüsü onu kendine yabancılaştırdı. Her şeyi hazır almaya başladık, elimizle üretmek ise sadece bir fantezi haline geldi. Hazır almak, alma gücünün sergilenişi olunca, elimizle yaptıklarımız, maddî yetersizliğin gizli görüntüleri olarak algılanır oldu. Hatta almanın ötesinde, nereden aldığın daha önemli olmaya başladı. Bu hızlı tüketim yani al, kullan, at mantığı insan ilişkilerine de yansıdı. İlişkiler ve evlilikler de çok kolay başlayıp, çok kolay biter oldu. Emek verilen, zaman tanınan ilişkiler yerine, uymayınca yenisi aranan birliktelikler doğdu. Bu yeni sistem insanı daha da yalnızlaştırdı. Özellikle kadınlar için durum daha da zor oldu. Çünkü kadın, yapısı itibariyle güvenmeye, emniyete ve yaşadığı duygunun sürekliliğine inanmak ister. Bu hızlı değişim süreci, kadını korkularıyla baş başa bıraktı. Eşiyle ve çocuğuyla güven içinde yaşama arzusu yerini, eşini ve onun ilgisini kaybetme korkusuna bıraktı. Çünkü, her şey çok çabuk tüketiliyordu. Fıtratının özelliklerini yaşayamayan kadın, yaşadığına inanmaya, ona ayak uydurmaya çalıştı... Yüreği yoruldu, letafeti, zarafeti ve hassasiyeti yıprandı... Almak ve olmak arasında sıkışan insan, artık daha çok çalışmak ve sürekli kendini yenilemek zorunda, çünkü; değişen sistem kendini hiç de ucuza satmıyor… 25.04.2010 E-Posta: [email protected] |