Şükrü BULUT |
|
Küller altındaki şehir: Londra... |
Önceleri “sisler altındaki şehir” diye anılırdı. Yanardağının kükremeleriyle bu meşhur tabir değişeceğe benziyor. İzlanda’daki volkandan etkilenen “Kuzey Avrupa hattı” içinde en çok etkilenen şehir Londra olmuştu... Londra’nın hali, dünya halklarının şefkatini celb etmemiş. İngiltere’nin sebep olduğu tarihî vak’alarla bugünkü İngiliz dış politikası zihinlere şefkatten önce başka mânâlar tedai ettirmiş. Avrupa’nın tarihinde oynadığı şeametli rolünden, İslâm coğrafyasını sömürmesinden ve üçüncü ülkelerin arasına ilka ettiği fitnelerden dolayı Londra’yı “cezalandırılmış şehir” olarak telâkkî edenler epeyce var. Osmanlıca lûgatlerindeki “dessas” kelimesine verilen örneklerin bu ada devletçikten olması, birçok Asyalı ve Avrupalı halklar arasındaki “İngiliz oyunu” darb-ı meseli, dünya kamuoyunda bu meşhur şehrin sicilini menfi gösteriyor. Birinci Dünya Savaşından sonraki İngiliz dış siyasetinin sebep olduğu maddî-manevî felâketler ve İkinci Dünya Savaşından sonra meseleyi açık müdahaleden gizli operasyonlar boyutuna taşıması Londra’yı mazlûm milletlerin nazarında günahkâr hale getirdi. Londra’nın herkesçe bilinmeyen yüzlerini sıralamanın şu çerçevede mümkün olmadığını siz de biliyorsunuz; ama halklarının hışmından kaçan politikacıların sığınmasıyla meşhur olduğu kadar sosyal meselelerde insanlığın zıddına veya zararına çığır açmaya çalışanların da iltica ettikleri bir mekândır bu şehir. Kolonial dönemden sonra kukla politikacılarla eski alışkanlığını devam ettirmeye çalışan İngiltere’nin dünya barışını torpilleyenlerin kavşak noktası olduğunu yazanlara hak vermek gerekiyor. Hind Yarımadasının anarşist yazarı Salman Ruşdi ve ona özenen Teslime Nesrin’in Londra’ya sığınmaları kadar yüzlerce aykırı ve karıştırıcı teorisyenin burada barınmaları elbette nazardan kaçmıyor. Almanya’nın Trier’inde doğan Karl Marks’ın, Viyana’da ahlâksızlık ve ihtilâlciliğin ders verirken savaş arefesinde kaçan Freud’un, Soros’un üstadı Karl Popper’in ve materyalizmi biyolojide bayraklaştıran Darwin’in netice itibariyle son nefeslerini orada vermeleri yukarıdaki iddiamıza kuvvet verecek yüzlerce örnekten birkaç tanesidir. Günümüzün modern komünistlerinin üstad kabul ettikleri ihtilâlcilerin sığınağı ve insaniyeti bozan fikirlerinin neşir mekânı Londra’nın bugünü dünü kadar karanlık ve karmaşalarla doludur. Karanlık olması güneşi fazla görmemesinden değil elbette. Üzerinde güneşin batmadığı cihan imparatorluğunun başşehri olarak da karanlık işlerin ilk konuşulduğu ve planlandığı yer olarak gelmesi anlaşılmalı burada. Hâlâ şeffaflıktan uzak yaşayan İngiltere’nin AB’nin düzen ve aydınlanmasına ayak direttiğini biliyorsunuz. Neoliberallerin bu şehri bir nevî manevî payitaht edinerek Açık Toplum Enstitüleri, liberal düşünceler ve ‘turuncu devrim’lerle dünyayı şeffaflaştırmaya çalıştığını da bilvesileyle sevgili okuyucularımıza hatırlatmış olalım. Sisler veya küller altında yaşamak Londra’nın değişmez alın yazısı olmasa gerek. Belki de güneşe hasret kalma hususunda kadere fetva verdirdiği günahları vardır. AB’nin imkânlarından keyfince yararlandığı halde sorumluluklarını yerine getirmeyen İngiltere’nin günahlarının cezasını çekiyor Londra. Tek vize ile AB’yi dolaşan yabancılar yeşil pasaportla bile buraya giremiyorlar. Euro’ya sırtını çevirmiş ülkenin çekirge sürüleri ve köpek balıklarınca üs edinildiğini de hesaba katarak bu musîbet şehri düşünenler manzarayı daha iyi seçerler. Dünyanın bu kapital cennetinin esrarını dikkatle bakmayan göremez. Bu ada coğrafyasının Vikingler sayesinde Avrupa medeniyetine pişdarlık ettiği, tarihî bir gerçek. Skolastik düşünceyi kovarak Magna Karta’yı buradakilerin oluşturdukları da. Fakat küresel cinayetler, Kolonial dönemler, soygunlar, 300 sene İslâmı bogan istibdatlar ve hâlâ devam eden kitlesel katliâmlar, bunlara sebep olan bazı İngilizleri mesul ettiği gibi Londra’nın da yüzünü karartıyor. Bu yazının maksadı tövbe kapısının Londra için de hâlâ açık olduğunu hatırlatmaktır. Birçok büyük devlet dedelerinin cinayetlerinden dolayı mazlûm ve mağdur milletlerden özür diliyor. İngiltere de bu yola girmeli. Fransızların Cezayirlilerden, İtalyanların Libyalılardan, Rusların komünizmin mağdur ettiği bütün halklardan ve Amerikalıların Japonlardan özür dilediği gibi, Londra da dessaslık ve entrikacılığı terk ederek pis menfaati için dünyada dinsizlik ve ahlâksızlığın yaygınlaşmasına taraf olmaktan artık vazgeçmeli. Dünya ateistler konresine ev sahipliği yapmamalı. Dinsizlerin panolara ve otobüslere hâşâ Allah’ın olmadığını ifade eden reklâmlarına müsaade etmemeli. Eşcinsel nikâhların bazı dinsiz papazlarca kıyılmasına göz yummamalı. Şu son Irak ve Afganistan savaşları gösterdi ki, bu yolun götürüsü getirisinden daha fazla. Öyleyse pisi pisine günaha girmeye ne hacet... Kıyametin alâmetleri her taraftan başını kaldırmışken İngiltere Eyjafallajokudan volkanının sesine kulak vermeli ve tövbe etmeli. Toprak hava, su ve ateşin, İngilizlerin de sebep ve ortak olduğu zulümlerden kızgın olduğunu bilmeli. 30.04.2010 E-Posta: [email protected] |