Rifat OKYAY |
|
Belâlı asrın dağları... |
Hayatı, hep hayatın dışında olmamış, olacak, yaşanmamış şekil ve tarzlarıyla düşünüp ondan daima bir beklentinin içine girersek bizi daima büyük bir atalet ve ümitsizlik saracaktır. Bulunduğumuz zaman itibariyle kendi kabiliyetimiz, güç ve kuvvetimiz kadar, zaman ve mekânımız nisbetinde yapabileceklerimizi planlayıp bunları gerçekleştirmeye çalışmak her halde akla en uygun bir faaliyet olacaktır. Özentinin ötesinde bir hedefin ve ulaşılacak bir gayenin arkasına düşmek için insanın o hedeflere ve gayelere yakın hallere ve mertebelere sahip olabilecek, kazanabilecek çalışma ve gayret sergilemesi, göstermesi gerekir... Yoksa kuru lâfların ne kimseye faydası olur, ne de bir netice elde edilebilir. Bizleri ayakta tutan imanımızın gücünü ve marifetlerini Rabbimizin izni ile hayatın içinde, yine O’nun emir ve rıza dairesinde, O’nun istediği tarz ve şekillerde, istediği yerlerde sergileyebilmeliyiz, gösterebilmeliyiz. Başkalarından beklemek bize yakışmaz. Kendimizin yapabileceklerini yapıp başkalarının yaptıklarının yanına koymak ve dağ gibi büyüyerek, ovalar gibi genişleyen bu birlikteliğin ve vahdetin neler yapabileceğini önce kendimize, daha sonra başkalarına göstermemiz lâzım... Beş on sene değil, seksen doksan senelik ömürlerini İslâm dâvâsının sebat ve azmi, muvaffakiyet ve galip gelmesi için harcayanlar elbette ki başında bu mücadelelerinin bu kadar uzun sürebileceğini bilmiyorlardı, ama çalışmalarını hiç aksatmadan gerçekleştirdiler ve Allah’ın izniyle de muvaffak oldular. Evvela iman, İslâmiyet ve Kur’ân sonra çalışma ve muvaffakiyet... Bunun bir kısmı dünyevî olur, büyük bir kısmı ahirete bakar.. Veya nefis adına hiç fayda ve lezzeti, faidesi olmaz... Bizim vazifemiz işimiz doğru olan İslâmiyeti doğru olarak yaşayıp göstermektir, gerisinin ne takdiri ne de takdimi bize ait değil.. Yeter ki O’nun rızası ve istekleri doğrultusunda azimle, canla başla çalışalım... Zamanın gereği cemaat şeklinde bir afat ve belâ olarak gelen küfrün hücumlarına karşı, başka ellerle birlikte olmak ve birlikte bir bütün olarak bu hücum ve küfür hallerine dayanmak ve bertaraf etmeye çalışmak en akılcı bir yol olacaktır. Yoksa benlik ve enaniyet duvarları, ben bilirim taşlarıyla kendiliğinden üzerimize yıkılıverecek ve bizi mağlûp edecektir. Nimetlerin içinde, nimetlerin bolluğunda nimeti kaçırmamak adına onların şükrü ve hamdi eda edilebilmelidir... Müslümanlar elbette şimdilerde büyük müjdelerle kendilerinin gark olduğu nimetleri 20-30, 40-50 seneler öncesine göre görebiliyorlar... Bunların hamdi, şükrü ise daha çok çalışmak, daha çok İslâm ve iman dâvâsında gayret ve ümidin içinde olmakla olur... Tembellik döşeğine düşmeden, büyük bir aşkla, şevkle, ümid ve çalışmayla şu içinde bulunduğumuz belâlı asrın dağlarını aşarak iman ve İslâm dâvâsında selâmete ermeyi Cenâb-ı Hak hepimize nasip eylesin İnşaallah... 30.04.2010 E-Posta: [email protected] |