Muzaffer KARAHİSAR |
|
Koşu |
Güneşli bir sonbahar günü sakinlerimizin güneş ve temiz hava almalarını sağlamak amacı ile bahçeye beraber çıktık. Onlara temiz havanın, güneşin ve hareket etmenin yararlarından bahsettikten sonra; bahçedeki ateş dikeni isimli süs bitkisine yöneldim. Küçük yapraklı, dikenli çalıya benzeyen bitkinin sonbaharda dalları ve budakları mısır koçanı gibi kıpkırmızı küçük meyvaları olur. O kırmızı taneler salkım salkım dikenli dalları sarar ve aşağı doğru sarkar. Bu kırmızılığı, güzelliği ve hoş görünümü nedeniyle ateş dikeni denilmiş olmalı. O bitkideki sanatı, güzelliği ve harika ihtişamı seyredip sanatkârını tefekkür ettikten sonra fotoğrafını da çektim. Böyle meşgul olurken, sakinlerimizden Abdi Ulukışla yanıma geldi. Okuyucularımız onu “Yaşlının Hayvan Sevgisi” başlığıyla yayınlanmış kedilerle olan hikâyesinden tanır. Bana: “Ne var o dikenlerin içinde, bakıp duruyorsun. Bir de fotoğrafını da çektin, bir de benim resmimi çek, beraber çekilelim” dedi. Onun da resmini çektim, süs bitkisinin önünde beraber resim çektirdik. Çok hoşuna gitti. Bu durumu öteki sakinler de gördüğü için başladı benimle konuşmaya, şakalaşmaya… Sağlıktan, dinçlikten, hareket etmekten bahsetti. İstersem benimle koşu yapıp yarışabileceğini söyledi. Bu teklifi benimde hoşuma gitti! Bu esprili bir etkinlik öteki sakinlerinde dikkatini çekecek ve ferahlatıp, tebessüm ettirecekti. Başka koşucu aradık. Salim Tanır isimli sakin de geldi. Oda küçük yapılı, zayıf, hareketli ve konuşkan, sosyal bir insan.. Oturanlardan iki hakem belirlendi, bahçenin öteki tarafındaki mesafeyi ve final noktasını tespit ettik. Başladık koşmaya. Benim Abdi Amcayı ekip gitmem hoş olmayacaktı. Salim Amca bizi geçti ve finale ulaştı. Abdi Amca ile biz beraber finale vardık. Alkışlar, gülüşme ler geride kaldı. Abdi Amca nefesini toparladı ve başladı konuşmaya: “ İşte hayat da bir koşudur. Ben sekseniki senedir koşuyorum. Başını kaldır ve şu pamuk yığını gibi bulutların yanından uçup giden ufuklarda kaybolan göçmen kuşlara bak. Onlar da koşuyorlar belki bizim memlekete de, Kilis’e de uğrar belki…Altmış sene oldu oradan ayrılalı. Rahmetli Annemin ölümünden sonra çantamı alıp çıktım, bir daha dönme dim. Annem çok dindar bir kadındı. Hastalanınca altı kardeşten sadece ben baktım, öteki kadeşlerim ilgilenmediler. Yatalak anneme bakarken bir gün kardeşlerimin hepsini toplamak ve annemi ziyaret etmeleri için muzipçe bir plan yaptım. Onlara annem fenalaştı, sekaratta diye hepsini çağırdım. Annemin başına toplandılar. Amacıma ulaşmıştım, gelmeyeni böyle zorla getirirler diye düşündüm. Mutfağa geçtim, kahve pişirdim tek başıma keyifle içiyordum. Kardeşimin biri mutfağa geldi. Bana, annem ölüyor sen burada kahve içiyorsun, dedi. Ona öyledir, öyledir dedim, kahve içmeye devam ederken telaş arttı, ağlaşmaya başladılar. Ben de merak edip içeriye koştum. Yatakta yatan annemle göz göze geldik! Kelime-i şahadet getirerek son nefesini verdi. Bu seferde bende şaşkınlık ve telaş başladı ve bildiğim sureleri okumaya başladım. O rahmetli olunca beni memleketime bağlayan bir şey kalmadığına inanarak, kardeşlerime de kızdım Kilis’ten ayrıldım. Çok uzun yıllar oldu… Memleket memleket gezdim, seyyar satıcılık yaptım. Karşılaşmadığım insan tipi kalmadı. Otellerde konakladım, gezdim, dolaştım, hiç evlenmedim. Bir ömür yollarda geçti. Aç, susuz, parasız, işsiz, kimsesiz kaldığım da oldu; Çok paralı,rahat, huzurlu yaşadı ğım da oldu. Günler aylar çok hızlı geçti. Bir unutamadığım ve zamanın donduğu, dur duğu yer vardı. Orada zaman hiç geçmedi. Orası meşhur Sinop Cezaevi. Deniz kenarına taşlardan yapılmış, soğuk, rutubetli, sert, disiplinli parmaklıkların arkasında uzun zaman kaldım. Ziyaretçisi olmayan bir mahkûm olarak cezamı çektim. Hep geceler rüzgârların, deniz fırtınalarının uğultusu, ağaçların hışırtısı, demir kapıların çıkardığı sesle; gündüzler de loş ışıklar, eli coplu gardiyanların soğuk duvarlarda kükreyerek yankılanan sesleri ile martıların çığlıklarını duyarak günlerim geçti. Orada şiirler, destanlar, ağıtlar, türküler arkadaşlık eder, insana : “Ana kucağından çıktım dünyaya / Yolunda rengarenk çiçekler açmış / Yolculuk bitmeden canımdan bıktım / bu yoldan nice bir yolcular geçmiş Tam gençliğin şu devrine basarken / gönül coşup sular gibi çağlarken…./
Sonraki yıllarda gerçek dost, arkadaş, akraba tesellisini Allah’a olan aşk da sevgide buldum, onun için elimden Kur’ân-ı Kerimî hiç bırakmam.” Bunları anlatırken gözüne bahçede dolaşan siyah bir kedi ilişti. Onu çağırdı ve kedi hemen yanımıza geldi. O sırada çatıdan kanat çırparak aşağı düşen bir güvercine bakıştık. O durum Abdi Amcanın kedisinin daha çok ilgisini çekti. Güvercin yere iner inmez kedi o tarafa koşmaya güvercini kovalamaya başladı. Abdi Amca da arkalarından bir taraftan koşuyor bir taraftan da bırak onu, dokunma diye, bağırıyordu. Önde uçamayan ama hızlı koşan bir güvercin, arakasında siyah bir kedi, onun arkasında Abdi Ulukışla tam bir rövanş koşusu gibi… Abdi Amca hayvan sever, temiz kalpli, konuşkan, cana yakın ve ömrü gurbette çilelerle, ıstıraplarla geçmiş bir insan. İbadetini, duâsını, kur’ân okumayı, kedileri bakmayı çok sever. Ezberinde Kur’ândan surelerden başka, ibretli sözler, menkıbeler, şiirlerin toplamı belki yüzlerce vardır. Bir programda şiir okuması için mikrofonu vermiştik, baktık bitecek gibi değil, teşekkür ederek mikrofonu elinden almıştık. O hafızaya ve o yeteneğe göre zamanında yeterli imkânı ve fırsatı bulsaydı onu şimdi insanlar bir bilim adamı olarak tanırlardı. Bizim Abdi Amca bahçenin öteki tarafından elinde ölmüş güvercin, yanında iki de bir onun eline bakan kedi ile dil kavgası ederek, azarlayarak geldiler. Üzgün bir tavırla kalın gözlük camlarının üstünden yüzüme baktı : Ne olacak şimdi, diye sordu ve cevap vermemi bekledi. — kendine de, kediye de, güvercine de zahmet ettin, dedim. Birincisi ecel tegayyür etmez, (değişmez) ikincisi kimse kimsenin rızkına mani olamaz. İkisini de Cenâb-ı Hak, Rezzak-ı Kerîm takdir eder, dedim. İşte hayat böyle, senin dediğin gibi bir koşudan ibarettir. “Hayat apartmanı yıkılıyor.ömür teyyaresi şimşek gibi geçiyor”(1) “Bir zaman gençlik gecesinin uykusundan ihtiyarlık sabahıyla uyandığım vakit kendime baktım; vücudum kabir tarafına bir inişten koşar gibi gidiyor.”(2)
DİPNOTLAR: (1) Mesnev-i Nuriye , (2) Lem’alar. 26.lem”a 27.04.2010 E-Posta: [email protected] |