Basından Seçmeler |
Askerî vesayet sadece hukukî-siyasal bir konu mu?
Askerî vesayet konusu son dönemlerin en popüler tartışma konularının başında geliyor. Bu konu, askerî vesayet konusu da ağırlıklı olarak hukuki-siyasal bir bağlamda ele alınıyor, bu da çok normal. Ancak artık yavaş yavaş askerî vesayet konusunu siyasi-hukuki çerçevesi dışında da konuşmanın zamanının geldiği kanısındayım. Doğrudur, askerî vesayet konusunun çok önemli hukuki ve siyasal boyutları vardır; bu konuları burada ve başka yerlerde senelerdir uzun uzun tartışmaya açtığımız için bir kez daha en azından bugünkü yazıda tekrar aynı konulara dönmeyeceğim. Yüksek Askerî Şûra kararlarının yargı denetimi dışında oluşu, Devlet Denetleme Kurulu’nun TSK’yı denetleyememesi, TBMM ve Sayıştay’ın askerî harcamaları ve askeriyenin mal varlığını denetlemedeki yasal eksiklikleri, çift başlı yargı, askerî hâkimlerin görevlerini yaparken askerlik mesleğinin gereklerine göre davranmalarının anayasal ifadesi, vs. gibi konular ilk akla gelen hukuki vesayet alanları. Genelkurmay Başkanı’nın anayasal olarak Başbakan’a bile bağlı olmaması, Milli Savunma Bakanlığı müessesesinin göstermelik bir müessese olarak sistemin içinde varlığını sürdürmesi, 12 Eylül darbesinin hâlâ “cezasızlık” kapsamı içinde olması, vs. gibi konular ise siyasal vesayet konusunda ilk akla gelen alanlar; askeriyenin toplumsal hafıza ve bilinç içinde işgal ettiği alanlara girmeye bile hiç gerek yok, bunlar hep malum konular. Ancak, benim kişisel kanaatim, bu konuların en geç önümüzdeki on sene içinde bir biçimde çözüleceği, ülkemizdeki sivil-asker hukuki ve siyasi ilişkilerinin bir biçimde normalleşeceği yönünde; on sene içinde Genelkurmay muhtemelen Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı bir birim haline gelecek, Milli Savunma bakanı askerî konuların tek patronu olacak, diğer hukuki konular da bir biçimde çözüme kavuşacak, askerî yargı sadece ve sadece askerî disiplin alanlarında yetkili olacak, YAŞ kararları yargı denetimine açılacak, vs.. Bu konular çağdaş Batı toplumlarının benimsediği hukuksal çerçeve içinde çözümlenmediği ölçüde Türkiye’nin güçlü bir ülke, TSK’nın da güçlü bir ordu olması olanaksız; unutmayalım, gerçek anlamda güçlü ve etkin ordular ancak ve ancak hukuk devletinin tüm kurum ve kuruluşlarıyla egemen olduğu ülkelerde var olabiliyorlar. III. Reich’ın güçlü Alman ordusunun, SSCB’nin Kızıl Ordu’sunun (John Le Carre’nin ünlü Rusya Evi romanının okunmasını öneririm), Güneşin Oğlu Japon İmparatoru’nun İkinci Dünya Savaşı’ndaki ordusunun akıbetleri ortada. Türkiye de “Güçlü ordu, güçlü Türkiye” anlamsız, hatta zekâsız sloganından “Güçlü Türkiye, güçlü ordu” sloganına geçecek ve bu sloganı da en çok gerçek militerler seslendirecek. İşte bu aşamada ve muhtemelen belki de daha önce askerî vesayet konusunun bugüne dek daha az tartışılmış başka bir alanı gündemin tam da merkezine oturacak; askerî vesayet konusunun hukuki-siyasi boyutlarını çok aşan başka bir alanı, teknik vesayet ya da bilgi tekeli vesayeti konusu gündeme gelecek. Bu konu da Türkiye’ye özgü bir konu değil ama Türkiye’nin demokratik açığına paralel olarak ülkemizde askeriyenin bilgi tekeli ve bu tekele bağlı olarak da karar verme tekeli çok güçlü ve kanımca esas askerî vesayet ilişkisi de bu alanda oluşuyor. Türkiye’de bir dizi nedenden siviller, üniversiteler, enstitüler askerî konuların özüne, teknik boyutlarına ilişkin konulara hiç girmemişler, bu konularda sivillerde tam bir bilgi boşluğu egemen; sivillerin bu konulara girmemiş olmalarının altında da ülkemizin demokrasi açığı yani askerlerin, sivillerin bu alanlara ilgi duymalarını ciddi boyutlarda caydırmaları, hatta hukuki engeller koymuş olmaları geliyor. Askeriyenin özüne yani teknik-militer konulara ilişkin sivil ve asker arasında bugün çok ciddi bir bilgi asimetrisi, eşitsizliği, hatta uçurumu mevcut; asker de bu bilgi asimetrisini, uçurumunu istediği gibi kullanıyor, bu alanda istediği gibi at koşturuyor, siviller de ortaya ciddi bir alternatif, bilgi eksikliği bile diyemeyeceğim, yokluğu nedeniyle koyamıyor. Üniversitelerde göstermelik olarak açılan sözde “Stratejik Araştırma Merkezleri”nin başlarında da emekli askerler ya da askerlerin uzantıları yer alıyorlar ve böylece bu merkezler de asli işlerini yapamıyorlar, askerî kararlara alternatif üretme yerine askerlerin doğru ya da yanlış olduklarını sivillerin bilemediği kararlarını meşrulaştırmaya gayret ediyorlar. Önümüzdeki senelerde yapılması şart olan iş sivillerin ciddi bir biçimde teknik-askerî konulara ilişkin çalışma ve araştırmaların içine girmesi, sivil-asker arasındaki teknik-militer konulara ilişkin bilgi asimetrisinin ortadan kaldırılması ya da en azından asgariye indirilmesi; bu gerçekleşmeden ülkemizde ve başka yerlerde askerî vesayetin tümüyle ortadan kaldırılması olanaksızdır. Bir-iki örnek verelim: Türkiye son aylarda yoğun olarak “bedelli askerlik” konusunu tartışıyor ve yoğun toplumsal baskı sonucunda da Başbakan, Genelkurmay Başkanı ile bir toplantı gerçekleştiriyor ve celp fazlası oluşana kadar “bedelli askerlik” konusu erteleniyor. Bu tartışmada kullanılan “celp fazlası” kavramının ne olduğu, nasıl bir büyüklüğe, hangi teknik gerekçelerle tekabül ettiğini ise siviller arasında kimse bilmiyor; muhtemelen Milli Savunma Bakanı Sayın Vecdi Gönül de bilmiyor. 2010’lu yıllarda ve sonrasında, küresel ve bölgesel gelişmeler ışığında Türkiye’nin nasıl, hangi teknik özellikleri haiz, kaç kişiden oluşan bir orduya ihtiyacı olacağı konusu sadece askerlerin bildiği bir konu; bu bilginin(!) de ne kadar uygun bir bilgi, dünya gerçekleriyle ne ölçüde uyumlu bir bilgi olduğu konusu tartışmaya açık bir bilgi. Dağlıca’da burnunun dibine giren PKK’lıları göremeyen, fark edemeyen(!) bir askeriyenin çok daha sofistike konularda doğru bilgi üretebileceği konusunda en azından benim ciddi kuşkularım var; ama maalesef şimdilik sivil kesim de askeriyeden bağımsız bir biçimde bu konulara hiç girmemiş, yani TSK’nın bilgi kalite düzeyi ne olursa olsun bir asimetrinin olmadığını söylemek kolay değil. Geçenlerde İsrail’den çok sayıda tank aldık; Türkiye’nin dış güvenliğinin gerçekten bu sayıda bir tank alımını gerektirip gerektirmediği konusuna siviller maalesef teknik düzeyde girmiyor, giremiyor. Bu temel eksikliğin nedeni ise demokrasi açığına paralel olarak askeriyenin sivilleri bu bilgi piyasasının dışına itmiş olmaları; bu tank alımlarının uzun olmayacak bir vadede hukuki denetimini mutlaka yapacağız, yani alımlarda mali, hukuki uygunluk var mı, bu konuları çözeceğiz ama esas mesele bu alımlara ilişkin “yerindelik, etkinlik” denetiminin sivillerce yapılabilmesi. Askerî vesayet konusu ancak o zaman gerçek anlamda çözülmüş olacak. Bugüne dek sivillerin zorunlu askerlik konusuna, altı yüz bin kişilik bir orduya, büyük sayılarda tank alımlarına, tank stoklarımızın Ankara(?) ve Konya’da(?) konuşlanmış olmasına itirazları genellikle ahlaki, siyasi, insani nedenlerle oldu; bu konulara siviller teknik-militer konulara en azından askerler kadar hakim bir düzeyde girdikleri gün Türkiye’nin sivilleşmesi konusunda büyük bir eşik atlanmış olacak. Bu tür konularda bilgi asimetrisi teorik konusu bugün için artık düne oranla çok daha az anlamlı.
Eser Karakaş, Zaman, 29.4.2010 |
30.04.2010 |