Röportaj |
|
Pozitif olmak için, pozitif beslenmeler yapmak gerekir |
Kâinata ve gelişen olaylara iyimser bir gözle bakmayı tavsiye eden yazar Yaşar, "Her yaratılanda bir güzellik olduğunu görebilmeliyiz" diyor. Bize kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
Mersin’in Bozyazı ilçesindenim. Orta öğrenimimi Anamur’da, lise öğrenimimi İstanbul Behçet Kemal Çağlar Lisesinde, üniversite öğrenimimi de Erzurum’da tamamladım. Yüksek lisansımı Harran Üniversitesinde bitirdim. 1991 ile 1994 yılları arasında Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivleri Daire başkanlığında arşiv uzmanı olarak çalıştım. Halen 16 yıldır da Harran Üniversitesinde öğretim elemanı olarak çalışmaktayım. 1996 yılında Secde Çiçekleri, 1998 yılında Bediüzzaman ve Şark Düşünceleri, 2009’da da Pozitif Pencere isimli eserler yayınlandı. 1994 yılından beridir Radyo Mega’da Bedesten programı, 2010 yılında ise, uydu yayınlı Kanalurfa televizyonunda, Pazar akşamları Pozitif Pencere isimli program devam etmektedir. Evli ve üç çocuk babasıyım.
Pozitif Pencere isimli eser nasıl doğdu?
Bu pencereler zaten vardı. Yani bu ‘Yeryüzündeki yer çekimini nasıl buldunuz?’ der gibi bir şey. Yer çekimi kanunu zaten vardı. Allah onu bir kanun olarak yeryüzüne işlemişti. Birileri bu konuya yoğunlaştı ve ‘İşte buldum’ diye atladı. Adı da Newton Kanunu oldu. Asıl ifadenin, Allah’ın yeryüzüne koyduğu, Newton’un ise onu keşfedip bulduğu bir kanun şeklinde olması lâzımdır. Pozitiflik de böyle bir şey. O güzel, anlamlı, olumlu pencereler her dem insana açılıyor. Ama bu bir program işletimi gibi bir şey. Pozitiflik de gerçekte her şeyde vardır, yani Yaratıcının yarattığı her şeyde bir/ binler güzel cihet vardır, ama görmek için aramak gerekiyor. Buna hikmet okumaları diyoruz.
Peki, okuyabilmesi için ne gerekiyordur?
Bunun programı ene işletim programıdır. Aslında böyle formülleri teknikçiler çok daha kolay yapabilirler. Ene işletim sistemi ise, şöyle gelişir; 30. Söz bu konunun açılımıdır. Pozitiflik programının düzenli işleyebilmesi için hikmet okumalarına ihtiyaç vardır. Hikmet okumaları (mânâ-i ismi, mânâ-i harfi, niyet, nazar) için ise, ene eğitimine ihtiyaç bulunmaktadır. Hikmet okuması iki türlü yapılmaktadır. Afakî ve enfüsî. Burada ölçü önemlidir. Bu ölçünün ne kadar ve nasıl olması gerektiği Meyvenin Dördüncü Meselesi ve Mesnevî-i Nuriye’de verilmektedir. Ölçüye göre hikmet okumasının ilk aşaması, kişinin kendini okumasıdır, yani ene programıdır. Yani pozitiflik için hikmet okumasına, hikmet okuması için enenin eğitilmesine ihtiyaç vardır.
Ene eğitim programı nasıldır?
Ene eğitim programının işletilmesinin ilk aşaması, kişinin kendini sorgulama aşamasıdır. Çünkü sadece mahlûkat içinde insanda ‘ben’ kavramı vardır. İnsan "Niçin benlik sadece bende vardır?" diyecektir. Bu düşünce de beraberinde enenin mahiyetini sorgulamayı sağlayacaktır. Sonra bu programın nasıl işleyeceği sorusunun cevabı ise, vahid-i kıyasi olacaktır. Bu program bu şekilde işletilirse, ortaya pozitiflik çıkıyor. “Peki, negatif sonuçların çıktığı bozulma noktası nerede başlıyor?” dendiğinde yine 30. Söz Ene bahsine dönecek olursak, Bediüzzaman bu muazzam konuyu sadece bir cümlecikte şöyle ifade etmektedir: “Ene anahtarı nefse takılmıştır.” İnsanı bir ayna gibi düşünürsek, aynaya ayna olma özelliği kazandıran, yani onu camdan ayıran şey, arkasındaki siyah yoğun kısmıdır. Yani insanî haller; (şehvetin, aklın, gadabın vasat halleri) aynanın siyah kısmını oluşturur. Fakat insan sınır konmamış bu kuvveleri (insanî halleri) ifratta kullandığı zaman (fücur, cerbeze, tehevvür) aynanın parlak yüzünü kirletmeye, pisletmeye veya kendi nefsindeki renkle boyamaya başlar. Bu da onun bakış açısını negatifliğe programlar. Nitekim İkinci Söz’deki hodbin insanın nazarında pek fena bir memlekete düşmesinin sırrı burada gizlidir.
Peki, yaşanan hayatta insan pozitif unsurlar bulamıyorsa...
Hayatında pozitif unsurlar bulamayan insan zaten tutunamaz. Tutunuyorsa da mutlaka pozitif bir şeyler vardır demektir. Belki bu pozitif unsurları çoğaltmak icabediyor.
Bunun yolu nedir?
Tabiî ki bunun yolu, pozitif mânâlar ile beslenmektir. İnsanın bütün fiilleri şuuraltında oluşan birikimin meyveleridir. Şuuraltı beslenmesi doğru ve sağlıklı olan insan, elbette bu düşünce, yani mânâ beslenmesi davranışları etkileyecek ve doğru ve anlamlı davranışlar bütünü ortaya çıkabilecektir.
Mânâ beslenmesi ne demektir?
Gördüğümüz her şeyin bir gözlem değeri vardır. Onun için görüp geçtiğimiz şeyler anlamsız değildir. Onları görürken eğer şuur kayıt sistemimiz işliyorsa, o kayıt bir şekilde hafızamızda yerini bulacaktır. Şunu demek istiyorum ki, gördüklerimizin gözlem değerinin olabilmesi için, gözlemlerimizin bir geri dönüşüm dersinin olması lâzımdır.
Okuduklarımızın nasıl bir etkisi vardır?
Belki de en önemli beslenme kaynağımız okuduklarımızdır. Onlar da aklımızın gıdalarıdır. Marifet dediğimiz şey de bu yolla edindiğimiz bilgilerdir. Ama bu bilgilerin de, sadece bilgi olarak kalmaması gerekiyor. Bilginin mânâ değerinin olması icab ediyor. Buna biz, bilginin anlam kazanması diyoruz. Bunun günümüzdeki modern karşılığı ise, anlam okuryazarlığıdır. Bilgi okuryazarlarının eğer anlam okuryazarlığı yoksa, bu kişilerdeki bilgilerin odun yığınlarından farkı yoktur. Bu, ‘Amerika’da kaç tavuk vardır acaba?’ türü sorulara cevap oluşturacak bilgilerdir. Böyle bilgilerin de kime, ne faydası olacaktır. Tabiî bir de insanlık tarihi boyunca yaşanmamış bir şey kalmamıştır. İnsanlık her şeyi yaşamıştır. Sadece yaşananlardan ziyade yaşayanlar değişmektedir. Onun için madem ki insanlık tarihi boyunca yaşanmamış bir şey kalmamış. O zaman insana düşen şey, dün yaşanan olumsuzlukları bu gün tekrar yaşamamaktır. Dün yaşanıp, tahlil edilip, nedeni, sonucu ortaya çıkarılmış ve kitaba girmiş olan bilgilerin okunması ve istifade edilmesi lâzımdır. Yoksa, dün yaşananlar bugün de yaşanıyorsa, bu cehaletten, ahmaklıktan başka bir şey değildir. Onun için ne yapıp etmeli, alıcı kanalları açık tutmalıyız. Yoksa insanın düşünce havuzu kurursa, hayatı yaşamak bir anlam taşımamaya başlayacaktır.
Hayatın kendisinin de insana bir dersi yok mu?
Evet, elbette hayatın kendisinin de pek çok dersleri vardır. Ama kendisini hayatın dersine bırakıverenler sadece cahillerdir. İnsana yarına hazırlık yapmak, donanım kazanmak ve o donanımla yarını şekillendirmek yaraşır. Hayat, genel kaide olarak, bizim tercihlerimizle karşımıza çıkar. Hangi yolun yolcusu olacağımızın kararını, küllî irade içerisinde cüz’i irademiz belirler. Yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız genel olarak tercihlerimizin sonucu olacaktır. Küllî irade cüz’i iradeye bağlı olarak çalışır. Zorunlu değildir, ama hikmeten ona bağlıdır. Yani küllî iradenin tecellisi için, cüz’i irade bir şart-ı adi olmuştur.
Pozitif enerji kaynakları nelerdir?
Hemen söylememiz gerekir ki, pozitiflik, imanla okunan bir anlam okuryazarlığıdır. Harflerin ne anlam taşıdığını, kelime içindeki açtıkları kapıları bize iman öğretir. İmanı olmayan bir insan için, anlam okuryazarlığı diye bir şey yoktur. O sadece bilgi okuryazarıdır. Onun için de edindiği bilgi, en sonunda kendi hayatı için de ciddî bunalımlar taşıyan bir sonuca dönüşebilir. Anlamı okunmayan bir şeyin, anlam değeri de olmayacaktır. Pozitif enerji kaynaklarımıza baktığımızda ise, her toplumun, bu enerji kaynakları farklı farklıdır. Ama her toplumun bir beslenme kaynağı vardır. Bizim toplumumuzun enerji kaynakları ise, öncelikle bireyi ve toplumu pozitif etkileyen unsurlardır. Bunların da en önemlisi mukaddesatlardır. Yani Kur’ân, sünnet-i seniyye ve buna dair eserler ve bu kaynakları seslendiren âlimlerdir. Onun için birey ve toplum için bunlar birer, projeksiyon gibidirler. Toplum bu aydınlık vasıtalarla yol bulabilir. Onlar olmazsa, toplum yolunu şaşırır. Anarşi denen şey işte budur. Yani doğru yolu gösteren işaretlerin kaybolmaması lâzımdır. Nitekim peygamberlerin yeryüzüne gönderilişi, pozitif bir etki içindir. Oluşan kirlenmeyi ortadan kaldırıp, aydınlık bir sayfa açmak içindir. Yine hakeza, peygamber varisi olan âlimlerin her asırda birer müceddid olarak gönderilişi de yine o asra bir operasyondur. Asırda oluşan kirlenmeyi, dinin hükümlerinin önüne gelmiş olan perdeyi kaldırmak içindir. Ama burada dikkate alınması gereken şey, insanların olumsuz taraflarından ziyade olumlu özelliklerine yoğunlaşmaktır. Olumsuzluk, daha başka olumsuzlukları doğuracağından, böyle bir yaklaşımla bir insandan istifade etmek mümkün değildir. İnsanların pozitif yönlerine yoğunlaşıldığında pozitiflikleri, negatifliklerine yoğunlaşıldığında negatiflikleri artar.
Negatiflik ve pozitiflik insanda nasıl oluşur?
İnsan negatif enerji de, pozitif enerji de taşır. Hangisinin insanda belirleyici olacağına ise, insanın kendisi ile birlikte insana tesir eden çevre karar verir. Onun için iyi bir insana çevresi sürekli kötüsün dese, o insanın kötü olması muhtemeldir. Ya da kötü bir insana iyisin iyisin denilmesi karşısında o kötü insanın iyileşmesi muhtemeldir. Demek ki bir kötü insan varsa, o kötüyü ortaya çıkaran çevreyi göz ardı etmemek gerekiyor. İnsanın negatif etkileşimi ya geçmişten gelir, ya da gelecekten gelir. Onun için pek çok insan haldeki kullanması gereken enerjinin ciddî bir bölümünü geçmişteki bir olaya harcar, orada takılıp kalır. Yıllar önce yaptığı bir hata, yıllarca insanın o hataya takılıp kalmasına sebep olabilmektedir. Böyle, başında birkaç hadise bulunan insanın kendi yaşadığı günün gerçeklerine ciddî boyutta gelebilmesi zordur. O zaman ne geçmişin hatıralarında kalmak ne de geleceğin hayallerinde yaşamak sağlıklı bir sonuç içermeyecektir. İnsan için en kurtarılabilir zaman ve en etkili olduğu zaman, içinde olduğu andır. Geçmiş hep, içinden geçilmiş zamanlardır. İnsan içinden geçerken onu değerlendirmeye çalışmalıdır. Bir de zaten geçmiş geçmiştir, senin elinden çıkmıştır. Ona artık sen hükmedemezsin. Gelecek de henüz daha gelmemiştir, ona da sözün geçmemektedir. O zaman, insan hayatını, içinde olduğu zaman bilmelidir. İşte insan geçmişe ve geleceğe dağıttığı enerjisini toplayıp, o ana sarf ettiği takdirde günün problemlerini aşma konusunda daha başarılı olabilecektir. Bediüzzaman Hazretleri şöyle bir formül söylüyor: “Dua ve tevekkül meyelan-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tövbe dahi meyelan-ı şerri keser, tecavüzatını kırar.” (Sözler, 761). Yani yarınlarımızın güzelliklerle, manevî zenginliklerle, hayırlar ve hasenatlarla geçmesini arzu ediyorsak, dua ve tevekkülü arttırmamız; kötülüklerden uzaklaşmak, şer olan olaylara olan meylimizi kesmek istiyorsak da yaptığımız kötülüklerin, üzerimizdeki kötü izlerini silmek için yaptığımız yanlışlardan dolayı istiğfar etmek ve tövbe etmek gerekecektir.
İnsanın pek çok ihtiyaçları var ve bunları da temin etmekte oldukça zorlanıyor. Böyle bir hâlette de insan hayatın pozitif pencerelerini açamıyor.
İnsan, önce kul olduğunu kabul ederse, çok büyük bir adım atmış olur. Kul deyince, akla bazı şeyler geliyor. Yani sorumluluklar, yapması veya yapmaması gerekenler var. İşte zaten o yapması gerekenler ile yapmaması gerekenleri dikkate aldığında iş büyük oranda çözülmüş oluyor. Asıl hürriyet de budur. İnsanlar hür oldular ama abdullahtırlar. Yani yine risâlelerin imdadıyla söyleyelim: İnsanın ihtiyaçları âlemin her tarafına dağılmıştır. Ve bir o kadar da düşmanları vardır. İşte insanın âlemin her tarafına dağılmış ihtiyaçlarını temin edebilmesi, ancak âlemin her tarafında sözü geçen, her şeyi görüp gözeten, bilen, ihtiyaçlara ummadık şekilde cevaplar veren bir Zat-ı Kerim’i tanımakla mümkündür. Yani bir yere gitmiş olan bir insanın o yerin sözü geçeninin adını referans olarak alması ve karşılaştığı engellere karşı o reisin ismini vermesi gibi bir şeydir bu. Bu âlemin de bir Sahibi varsa,—ki vardır—o Sahibin rızasını almak, Onun izni ve emriyle gezmek, oldukça rahatlatıcı bir şeydir. Böyle bir misafire, böyle bir yerde zorluk ve güçlük yoktur. Buna nokta-i istinat diyoruz. Yani kulun sırtını dayadığı bir Rabbinin olması, onun için çok büyük bir rahatlıktır. Bir de düşmanlarına karşı da bir dayanma noktası olması, yani onu düşmanların şerlerinden alıkoyacak bir, her şeye gücü yetene dayanması insanı maddî ve manevî güvende hissettirecek bir şeydir. İşte bütün bunlar tamamen halis bir imanın neticesidir. Böyle bir iman sahibi için, yeryüzü bomba olup patlasa, o iman sahibi ve ibadetli insanı korkutmayacaktır. İnsanın böyle bir iman ile, sultanlar gibi yaşaması ve kâinata da meydan okuması mümkündür. Ama iman zayıfsa, onu kötülüklerden alıkoyamayan, iyiliklere sevk edemeyen bir durumda ise, o zaman haliyle insanın her şeyden korkması kaçınılmazdır.
İnsanlara ne tavsiye ediyorsunuz?
Asır, pozitif beslenmelere ciddî ihtiyaç duyulan bir asır. Eğer bu yapılmazsa, insan bir müddet sonra kurur. Yani havuzu dolduran çeşmeler yoksa, havuzdaki birikim de her geçen gün kullanılıyorsa, o zaman kuruma durumu beklenen bir sonuç olacaktır. Bu toplum, pozitif enerji kaynakları oldukça zengin bir toplumdur. Bu kadar zenginlik içerisinde bir kuruma yaşanacaksa ve yaşanıyorsa, bu ya alıcılarda bir problemin varlığını, ya da satıcılara bir problemin varlığını gösterir. Ayrıca pozitif enerji kaynaklarının içinde olup da istifadesiz kalanlar vardır. Onların durumu daha bir acıklıdır. Çünkü onlar ilâçların içinde, yaşayan hastalardır. Doktor var, tedavi var, ilâç var; ama beyefendi başvurmuyor. Aşama aşama eriyor. Yani insan, bu kadar ümit yüklü, bu kadar sevgi yüklü, bu kadar iman yüklü bir hazinesi olacak, ama bütün bunların içerisinde karamsar, olumsuz, ümitsiz, bedbin bir halde yaşayacak, bu anlaşılır değildir. İşte ben, Kur’ân’ın bu asırdaki mu'cize-i maneviyesi olan Risâle-i Nurlar ile tanışıp da, böyle bir olumsuzluk, negatiflik içerisindeki insanları anlamıyorum. Bu olsa olsa, modern cehalettir, ya da günahların insandaki bazı cevherleri bozmasıdır, bir ya da daha söylersek, televizyon gibi internet gibi vasıtaların tuzaklarına düşmektir. Yoksa, yaşanan, aydınlıkta gözünü kapamak ve karanlıkta kaldım diye haykırmak gibi bir hamakattir.
Kitabınız hakkındaki değerlendirmeler nasıl?
‘Pozitif Pencere’yi okuyucumuz sevdi. Çünkü olumlu, ümitli, sevgi ve enerji dolu. Kitap yayınlanalı bir yıl olmasına rağmen, şimdilerde üçüncü baskı yapılıyor. Tabiî üçüncü baskı pek çok yenilikle geliyor. Kitap üzerinde uzman görüşleri, okuyucu yorumları ve yazar hakkında biyografik bilgi yer alıyor. Yazarın e-mail adresi de yer alarak, okuyucunun görüş ve düşüncelerinin yazara ulaştırması amaçlandı. Baskıların devam edeceği inancı taşıyoruz. Çünkü pek çok okuyan okuyucunun dualarının olduğu anlaşılıyor. Pozitif pencereyi okuyucunun koluna girmiş bir arkadaş gibi değerlendiriyorum. Kitabın arkadaşlığı, insandan çok daha ileridir ve özeldir. MUSTAFA ÖZCIKLA |
28.04.2010 |