Cevher İLHAN |
|
“Yargı reformu” (2) |
Türkiye’de “yargı sistemi”nin sadece “bağımsızlık ve tarafsızlık” problemi yok; yargının işlevi ve verimliliği, adalet hizmetlerinin demokratik toplumun gereklerine uygun şekilde verilmesi, eksikliklerin başında geliyor… Yargının bağımlılığının ve taraflığının kaynağında önyargıların bulunduğunu belirten AYM Başkanı, “hastalıklı hukuk devleti” olarak nitelediği âdil yargılanma ve sorunlarla dolu illetli işleyişinin kamuoyunda ciddî kaygı, endişe ve şikâyetlere sebebiyet verdiğine dikkat çekiyor. Bu açıdan sistemin öz eleştirisini yapmasının önemini nazara veriyor. AYM Başkanı’nın, insan onuru ve hukukun üstünlüğü temeline oturan tarafsız ve güçlü bir yargı sisteminin “toplumun hayat sigortası” olduğunu söyleyip bu hususta “ifâde özgürlüğü”ne atıfta bulunması; halkın korkularının yıllarca istismar edildiğini, işkencelerin, fâil-i meçhullerin “kurumlar yıpranmasın” mülâhazasıyla ülkeye büyük bedeller ödettirildiğini anlatması, vaziyeti ortaya koyuyor. Yargının elindeki adalet terâzisinin ayarının bozulmasıyla milletin güven duygusunu kaybedeceğini ve hukuk dışı yöntemlerle sorunu çözme eğilimlerini güçleneceği tehlikesinin vahâmetini su yüzüne çıkarıyor. Bunun içindir ki öncelikle adâlet hizmetlerinin uygulamada yeknesaklığın sağlanması; “hukuk devleti”nin benimsetilmesi için “AB hukuku” alanında yargı mensuplarını, kolluk kuvvetlerini ve kamu görevlilerini kapsayacak eğitim programlarının yaygınlaştırılması; halkın insan hakları ve hürriyetlerinde şuurlanması; yargının evrensel hukuk değerleriyle, AİHS ve AİHM içtihadlarıyla uyumu ve uygulaması gerekmekte…
ADALET HİZMETLERİNDE EKSİKLİK… Keza yargının uhdesinde adlî kolluk kuvvetinin kurulması; ceza ve tutukevleri ve nezârethâne şartlarının iyileştirilmesi için Avrupa Konseyi’nin tekliflerinin dikkate alınarak uluslar arası standartlarla uyumlaştırılması, icâb etmekte… İşin özeti şu ki, Türkiye’de adalet sistemi derin zaaflar içinde, işlevini yerine getirememekte. Ceza sistemi, ıslâh kabiliyetinden uzak. Hapisten çıkanlar yeniden suç işlemekte… Gerçek şu ki Adalet Bakanlığı Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünün 2009 yılı verilerine göre cezaevlerinde 116 bini aşkın hükümlü ve tutuklu sayısı, Türkiye’nin “suç sicilini” deşifre etmekte. Ancak bu sayının yarısından fazlasının -60 bininin- tutuklu olması, “tutukluluk yöntemi”nin bir “tedbir” değil âdeta bir “cezalandırma” olarak tatbiki, Türkiye’de yargının yetersizliğini açığa çıkarmakta. Bizzat AYM Başkanı’nın ikrarıyla, tutuklu sayısının genel tutuklu ve hükümlülere oranla yüzde 5’te kaldığı demokratik ülkelere kıyasla Türkiye’de yargının ne denli ağır, aksak ve verimsiz kaldığının bâriz bir örneği olmakta… Yargıtay Başkanı’nın itirafıyla bir milyon dosya mahkemenin önüne yığılmış, dâvâ dosyaları raflara sığmıyor. Binlerce hâkim ve savcı eksiği var. Duruşmalar üç aydan beş aya kadar erteleniyor, kararlar yılları, on yılları buluyor. Her ne kadar Başbakan ve Adalet Bakanı, yedi buçuk yılda yaptıkları “adalet sarayları”ndan bahsetseler de, bina eksikliği her tarafta sıkıntılara sebebiyet veriyor. Yer yetersizliğinden aynı salonu, birkaç mahkeme kullanıyor… Bunun içindir ki toplumsal mutabakat metni olan Anayasa değişikliğinde kuvvetler ayrılığına dayanan demokratik sistemin denetim mekanizması olarak “yargı reformu”nda uzlaşmayı başarmalı. “Yargı reformu”nun yalnız iki kurumun (AYM ve HSYK) yapısının değiştirilmesiyle kalmaması, yargının işlevi ve adalet hizmetlerinin verimliliği sağlanmalı.
MAHKEME “GÂYET BÎTARAFÂNE” OLMALI “Yargı reformu”nun, her şeyden önce demokratik hak ve özgürlüklerin yegâne teminatı olan yargıyı siyasallaşmadan kurtaracak, bağımsızlığını ve tarafsızlığını oluşturacak muhtevada olmalı. Mahkemelerdeki iş gücünü azaltacak, adaleti geciktiren engelleri ortadan kaldıracak imkânlarla takviye edilmeli. Bu bakımdan geçen asrın başlarından başlayarak üç devir boyunca, hürriyeti, adaleti, meşvereti ders veren Bediüzzaman’ın, “Hükûmetin (devletin) daireleri içinde en ziyâde hürriyetini (bağımsızlığını) muhâfaza etmeye ve tesirât-ı hâriciyeden (dış etkilerden) en ziyâde bîtarafane (tarafsız), hissiyatsız bakmakla mükellef olan, elbette mahkemedir” ifâdesindeki hukukî müteârifeye kulak vermeli. Bediüzzaman’ın, “adliye memurları, (hâkimler, savcılar), hissiyattan ve tesirât-ı hâriciyeden bütün bütün azâde (bağımsız) ve serbest olmalı” kuralıyla, yargının, devlet, siyasî otorite ve her türlü ideolojiden uzak, bütün etkili mihraklardan bağımsız kalmalı… Yine Bediüzzaman’ın, “Vatandaşların, hürriyetle, hukùk-u hürriyetini müdafaa etme hakkını kullanması ve hakkını araması için gâyet bîtarafâne bir merci lâzım” tesbitiyle, “Adâlet müessesesi hiçbir cereyana kapılmamalı, hiçbir tarafgirliğe girmemeli. Hâkim ve mahkemenin tarafgirlik şâibesinden uzak ve gayet bîtarafâne bakması adaletin birinci şartıdır” tavsiyesi esas alınmalı. Bediüzzaman’ın, gerçek bir adâlet için önşart gördüğü, “mahkemenin hürriyet-i tammesi (tam hür ve bağımsızlığı”nı mutlaka hayata geçirmeli. (Tarihçe-i Hayat, 201-202) Gerçek bir “yargı reformu”nun yolu buradan geçiyor… 29.04.2010 E-Posta: [email protected] |