Basından Seçmeler |
Profesyonelleşmeye ideolojik engel
Türkiye’de siyasilerin, işin içine askerî konular girince ya çok ürkek davrandıkları ya da zaten askerin üzerinden iktidar oyunları yaptıkları için sessiz kaldıkları bir gerçek. Siyasilerin içinde bulundukları bu ruh hali, geçtiğimiz haftalarda yeniden alevlenen bedelli askerlik konusunda da kendisini gösterdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ ile geçen haftaki görüşmesinin ardından, askeri haklı bulduğunu belirterek terörle mücadele ortamında bedelli askerliğin olmayacağı sinyalini verdi. Erdoğan’ın bu sinyali, Türkiye’deki temel sorunu yeniden hatırlattı; o da askerin özerk yapısını sürdürüyor olması ve siyasilerin, normalde kendilerinin denetiminde olması gereken askeri ve güvenlik konularını askerlerin tekellerinde inatla ve ısrarla sürdürüyor olmalarına engel olamayışları ya da olmamaları. Pek çok emekli ve muvazzaf yüksek rütbeli askerin, Ergenekon ile başlayıp kanlı Balyoz darbe planı iddialarıyla bağlantılı olarak şüpheli sıfatıyla tutuklanmış olmaları gibi bir ülke silahlı kuvvetleri için kabul edilemeyecek zaafiyet durumu ortadayken yurt güvenliği için hayati öneme sahip bir kuruma çekidüzen verme arayışlarının olmayışını bir kenara bırakıyorum. Siyasiler muktedir konuma gelmedikleri sürece neredeyse 26 yıldır devam eden terörle mücadele zaten bitmez. Bitmeyeceği için de TSK, ne küçülüp profesyonelleşir ne de devasa boyutlardaki ve denetlenemeyen askeri harcamalarını azaltır. Bedelli askerlik konusunun yeniden alevlenmesiyle birlikte televizyonlarda da bu konuda tartışmalara tanık olduk. Ama ne tartışma, bazısı bugün Meclis’te siyaset yapan kimi emekli generaller, sivillerin konuyla ilgili ayakları yere basan konuşmalarına karşı hakaretamiz ifadeler kullanmaktan hiç çekinmiyorlardı. Neymiş efendim, terörle mücadele varken bedelli askerliğin gündeme gelmesiyle kaynak azalırmış, askerî konuları en iyi kendileri bilirlermiş vs. Şu kaynak sıkıntısı konusuna bir el atmak gerekiyor. TSK, neredeyse yüzde 90'ı zorunlu askerlik hizmetini yapan ve sayıları bir milyonu bulan bir mevcuda sahip ve bu haliyle de neredeyse dünyanın en kalabalık dördüncü ordusuna sahip. Nasıl bir kaynak sıkıntısıdır bu, ben anlamıyorum, anlayan varsa anlatsın. Soğuk Savaş biteli neredeyse 20 yıl oldu, Türkiye’nin de üyesi olduğu NATO üyelerinin önemli bir bölümü zorunlu askerlik hizmetini kaldırırken önemli oranda sayıca küçülmeye gitti. Zira, sayıca üstünlüğün yerini teknolojik üstünlük aldı. Nihayet geçenlerde iktidardan bir milletvekili, biraz ürkek de olsa pek çoğumuzun bildiği bu gerçeği NTV kameralarından söyledi. AK Parti Diyarbakır Milletvekili ve Milli Savunma Komisyonu üyesi İhsan Arslan, ordunun yeniden yapılandırılmasında gecikildiğini, bir milyon ile dünyanın en büyük ordularından olan TSK’nın kaynak sorunu olduğunu kabul etmediğini söyledikten sonra ancak yine terör bahanesi tuzağına düşüp, “terör bitmeden bedelli askerlik olmaz,” dedi. Arslan, ordunun profesyonelleşmesine paralel yüksek teknolojiye sahip ordu haline geleceğine ve küçülmesinin sağlanacağına işaret ederken, teknolojiye ayrılması gereken parasal kaynağın askerî personele harcandığını belirterek, “65 bin zorunlu askerlik hizmetini yapan askerin sosyal tesislerde,” hizmet gördüğü gibi çelişkili bir durumu dile getirdi aynı programda. Türkiye’de aşamalı olarak zorunlu askerliğin sona erdirilmesi ve dolayısıyla sayıca küçük ama etkin ve ateş gücü yüksek profesyonel bir orduya geçiş önündeki en büyük engel, kendisine laik cumhuriyeti koruma ve kollama görevi veren TSK’nın bu ideolojik bakış açısı. Nitekim, emekli General Armağan Kuloğlu, 21 Nisandaki NTV programında, baklayı ağzından kaçırıp, profesyonelleşmeyle, TSK’nın halkın ordusu niteliğini tamamen kaybedeceği gibi tuhaf ama askerin bakış açısını yansıtması açısından önemli bir açıklamada bulundu. TSK’nın, bir yandan kendisini, “Halkın ordusu,” gibi nitelerken diğer yandan bu halkı tehdit görmesi (fişlemeler başlı başına bir kanıt) ve yine bu halkın sandıkta ortaya koyduğu iradeyle seçtiği hükümetleri de iç tehdit algılamasına dahil etmesi (darbeler buna bir kanıt) çelişkili bir durum. Ama askerin mantığı açısından, bu “sözde tehditleri bertaraf etmek için,” TSK’nın kalabalık bir orduya sahip olması gerekiyor. Olay tamamen ideolojik...
Lale Kemal /Taraf, 28.4.2010 |
29.04.2010 |
Paşam bu iddia doğru mu?
TOPÇU Albay olduğunu iddia eden ve ismini açıkça yazan bir şahıstan mektup aldım. Islak imza yok, el yazısı yok, bilgisayar çıktısından ibaret... Mektuptaki ismin “gerçek” olduğunu sanmıyorum, hatta asker bile olmayabilir. Burada önemli olan bölüm, mektuptaki iddia... Şöyle diyor: “Mart ayı içerisinde birlik komutanları tarafından sözlü bir emir verilerek herkesten Ergenekon zanlılarının avukat paraları için yardım edilmesi istendi.” Ya vermeyen olursa? Devam ediyor: “Hiçbir yazılı emir yok, ihtiyacın miktarı bilinmiyor, yapılan yardımın yerine ulaşıp ulaşamayacağı konusunda endişelerimiz var ama komutanlarımız tarafından aba altından sopa gösterilerek mutlaka para vermemiz gerektiği söyleniyor, biz de mecburen veriyoruz.” İstenen yardımın miktarı belli mi? Cevap: “Verdiğimiz paranın miktarı bile beğenilmiyor. 5 lira verdiğimiz için ihanet etmişiz gibi davranılıyor.” Bu iddiaların ardından şu tespite yer veriliyor: “Devletin sağladığı imkanlar dışında şehitlerinden geri kalanlara sorumluluğunu yerine getirme konusunda böyle geniş çaplı bir kampanya TSK’nde henüz görülmedi.” Küçük bir araştırma yaptım, bu iddiaları teyit edecek benzer bilgilere ulaştım. Bu arada bazı internet sitelerinde yardımın belgeleri yayınlandı... Hadi diyelim, yanlış alarm, belgeler sahte, hepsi yalan... Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un 16 Mart 2010 tarihli Hürriyet’teki röportajını yeniden okudum. Balyoz operasyonuna gönderme yapılarak yöneltilen “Tutukluların aileleriyle ilgileniliyor mu?” sorusuna Başbuğ şu cevabı veriyor: “Tutuklu personelin maaşlarının yarısı kesiliyor, yaş ve sağlık durumu var, avukat ücretleri ödenmeli.” Nasıl bir yardım düşünüyorsunuz? Başbuğ, bu soruya da şöyle karşılık veriyor: “Şu anda kendi aramızda yardım ediliyor, resmen değil. Ama vakıf düşünüyoruz. Ölüm ve yaralanmalarda devreye giren dayanışma vakfı gibi...” Şimdi, Genelkurmay Başkanı’na soruyorum: Ergenekon sanıkları, Balyoz ve Kafes şüphelileri için TSK bünyesinde nasıl bir yardım kampanyası yürütülüyor? Subay ve astsubaylar bu yardıma zorlanıyor mu? Efendim, bu şahıslar hakkında henüz mahkeme kararı yok, suçlu muamelesi yapılması doğru mu? O halde şu soruma cevap verebilir misiniz: Bu soruşturma ve davalardaki askeri personel için gösterilen insani duyarlılık, haklarında hiçbir mahkeme kararı olmadan YAŞ kararıyla atılan personel için neden gösterilmedi?
Şamil Tayyar / Star, 28.4.2010 |
29.04.2010 |