Şükrü BULUT |
|
Galipler ligindeki mağlûp takım... |
Mazlûmlarla yaşamak elbette kolay değildir. Mazlûm, mağdur ve mağlûplarla olmanın zor olduğunu derinden derine hisseden nefisler, galiplerle oturup kalkmayı hep arzu etmişler. Bediüzzaman Hazretleri; Balkan harpleri ile Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarındaki mağlûbiyetimizin veya mağlûplarla beraber olmamızın, millî benliğimizi muhafazaya vesile olduğunu yazıyor. Mazlûm ve mağdur coğrafyaları tarümar eden emperyalist Avrupa ile aynı yerde olsaydık, zalimlerin günahlarına ortak olacağımız gibi, mazlûm ve mağdurları da ümitsiz bırakacağımızı söylüyor. “Galip olsaydık medeniyet hatırı için çok mukaddesatı feda edecektik. Nasıl ki yedi sene sonra edildi (Yunan Harbi sonrasında müttefiklerin destekledikleri yeni hükümet dönemi)... Ve medeniyet namıyla âlem-i İslâm, hususan Haremeyn-i Şerifeyn (Mekke ve Medine) gibi mevaki-i mübarekeye Anadolu’da tatbik edilen rejim, kolaylıkla cebren teşmil ve tatbik edebilecekti. İnayet-i İlâhiye ile onların muhafazası için kader mağlûbiyetimize fetva verdi.” Mağlûbiyet içindeki galibiyet bu olmalı. Bazen de galibiyet içinde mağlûbiyetleri yaşatıyor kader. 12 Eylül ihtilâli, uzun süre bazı dindarlarca galibiyet olarak seslendirildi. Kırmızı telefonla Washington’la konuşmanın bedelini tam otuz beş bin canla ödedik, hâlâ ödemeye devam ediyoruz. Ayrıca Osmanlının mânâ iklimine Şarktan “âb-ı hayat taşıyan” kanalların bugün bile Deccaliyetçe nasıl tahrip edildiğini mutlaka görüyorsunuzdur. Tahripçilerin dışarıdan, ahmakların ve menfaatperestlerin içeriden ittifakla yaptıkları propagandalarla Turgut Özal, hâlâ galip bir kumandandır birçok çevrede. Hâlâ araştırmacılarımızın kalemleri birinci Körfez sendromunu yazmaya yanaşmıyorlar. Günümüzde siyasallaştırılmış Marksist-Maoist Kürt partisinin bu dönemin eseri olduğunu kabullenmeyenler, global dinsizliğin Şarkın millî örgüsünü nasıl tahrip ettiğini de göremezler. Neoliberal medyanın yerli dindar medyayı yedeklerine alarak giriştiği siyaset propagandalarına bakarsanız, 28 Şubat’ın neticesi olduğu kesin olan şu iktidar da galipler ligine dahil bir takım olarak görünüyor. Hürriyet asrına yakışmayan vizelerin kaldırılmasıyla, problemli devletleri barıştırmasıyla, AB mensubu müflis Yunanistan’a yardım elini uzatmasıyla ve demokratik açılım sloganlarıyla şu iktidarın hakikaten galipler mahfiline mensubiyetine siz de inanabilirsiniz. İsterseniz hakikî tabloyu net görebilmek için biraz daha yaklaşalım. Ergenekonculukla başlayan tartışmanın asıl hedefi Kemalizm olacak iken, M. Kemal’in ve o dönemdeki icraatın telkinlerle dindarlara da benimsetilmesi büyük mesafe sayılmalı. Diktatörlükle idare edilen ülkelerin okullarından geriye düşmüş millî eğitimdeki uygulamalar ve komünist dönemini yaşatan yasaklarla demokratikleşmeden ne anladığımızı dosta düşmana gösteriyoruz. Bu kadroların önünde bekleyen Ermeni meselesi, Kıbrıs, Almanya’daki Müslümanların problemleri ve her gün annelerin ciğerlerini yakan şehitler meselesi gibi çözüme yönelik adım atılamamış problemler varken, bu takımın galipler ligine nasıl alındığını siz de merak ediyorsunuzdur. Euroya tepeden bakan Rothschild'in himayesinde yüzde 8 değer kazanan lira ile hükümetimiz Yunanistan’a nasihat çekiyor. Türkiye’nin kullandığı paranın kendisine ait olmadığını, yabancı bankalar vasıtasıyla vatandaşın evine kadar servetimize el konulduğunu, istihdam ve üretimin ülkeyi çoktandır terk ettiğini, işsizliğin mağdurları çıldırttığını, petrol, elektrik, su, et, süt, pirinç ve şeker gibi temel ihtiyaç maddelerinde dünyanın en pahalı ülkesi olduğumuzu hükümetin rüşvetleriyle geçinen medya da yazmıyor ve çizmiyor. Ahlâksızlıkta Avrupa’nın sefih kanadı ile yarışan cemiyetimizdeki çürümeye ve mahkemelerde parçalanan ailelerin çığlıklarına gözlerimizi, kulaklarımızı nereye kadar kapatabileceğimizi çok merak ediyorum. Sefih, bozuk ve dinsiz ikinci Avrupa’nın kriterlerini “millî kriterler” olarak topluma lanseye vesile olan bu iktidarın, hakikatte mağlûp olduğunu ferasetli her bakış anlayabilir. Esasında global aktörler (devletler değil, belki büyük cereyanlar) galip görünen şu bizim takımımızı tutsak almışlar. Onunla mazlûm ve mağdur coğrafyaları yeniden talan ediyorlar. Âlem-i İslâmın her cihetinde akan kanlarda bu iktidarın teslimiyeti, gizli kabulü ve yer yer “yardım”ı yok diyenleri tarih utandıracaktır. Mazlûm İslâm coğrafyasında hâkim dinsiz cereyanların taşeronluğunu “galip” olarak yapmaktansa, din kardeşleriyle aynı mahfilde mağlûp olarak yaşamak daha çok hayrımıza olmaz mıydı? Kaldı ki mağlûbiyet kaderimiz de değildir. İsevî ve hakikî medenî Avrupa ile ilimle yapılacak bir ittifakla, yalnızca Türkiye kurtulmayacak, başta bütün İslâm âlemi ve Hıristiyanlık dünyası mazlum milletlerle birlikte şu global zalimlerin zulüm ve sefahatlerinden kurtulacaklar. Yeter ki iktidar küresel sahtekârların tezgâhlarından kurtulsun ve milleti ile doğruları paylaşsın... 07.05.2010 E-Posta: [email protected] |