Basından Seçmeler |
Karakollarda 316 şehit yetmedi mi?
HELİKOPTER havalanırken dağın başında bıraktığımız askerlerin yüzünü hiç unutmuyorum. Yıllar geçse de, o an hala gözlerimin önünde. Geçmiş yıllarda bazen dönemin Genelkurmay Başkanı ile bazen yöredeki en üst rütbeli komutanla sınır karakollarına gidiyorum. Hele bir karakol var ki, konumu coğrafya kitaplarına ders niteliğinde. Durduğum yer Türkiye. Sağa bir adım, fazla değil tam bir adım atıyorum Irak toprağı. Sola bir adım, fazla değil tam bir adım atıyorum İran toprağı. Durduğum yerde, Türkiye’de bir karakol var. Dağın başında, üç ülke sınırının kesiştiği yerde. Havada hüzün ve acı var. Bir süre önce PKK o karakolu basmış. Ardından, yine baskına uğrayan bir başka karakola geçiyoruz helikopterle. Oradan ayrılırken, askerlerin helikoptere bir bakışı var ki, onlar sanki ömürlerinin sonuna kadar orada sürgünde gibi. 28 BASKIN Bu sahneleri hatırlama nedeni, son zamanlarda yeniden artan karakol baskınları. Baskınlar, PKK terörünün başladığı 1985’ten beri devam ediyor. Karakol baskınlarına ilişkin tarama yapıyorum. Bilanço felaket: 25 Ekim 1985 Serin Karakolu baskınından 30 Nisan 2010 Sarıyayla Karakol baskınına kadar, karakollarda 316 şehit veriyoruz. Bu rakam eksik olabilir, benim taradığım kadarıyla, bu süre içinde 28 karakol baskını var. Baskınlardan ders alınmıyor. Baskınlar artık gece karanlığında filan değil, gündüz yapılıyor. PKK kendinden emin. Öyle emin ki, baskını filme çekiyor, kampta eğitim gören teröristlere, “baskın nasıl yapılır” filmi oynatıyor.
SORGULAYAN HAİN DEĞİL O yörede görev yapmış olan emekli komutanların anıları ibret verici. Bu konuda en az dört, beş kitapta aynı satırlar var: “Karakollar daha çok kaçakçılığı önlemek üzere, gözetleme ve devriye sistemiyle sınırları kontrol için, vadilerin dibine yapılmıştır”. Hangi kaçakçılık, hangi sınır gözetimi, o karakollar şimdi terörle mücadele için kullanılıyor. Ama, sonuç ortada. Eski genelkurmay başkanları bile karakolların konumunu eleştiriyor, ama neden hiç bir şey değişmiyor? Yıllardır neden? Onlar görev başında iken, neden bu işe el koymuyor? Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ basından gelen eleştirilere orantısız yanıt veriyor, eleştiren basını “hain” ilan ediyor. Edebilir, ama bu karakol baskınlarını ve şehit verilmesini önlemiyor. Edebilir ama, bunu sorgulayanlar neden hain, onu açıklamaya yetmiyor. Baskınları sorgulamak hepimizin hakkı ve görevi. Politik açıdan ilginç olan ise, her eleştiriye sazan gibi atlayan siyasi iktidar karakol baskınlarına sessiz kalıyor, faturayı askere çıkarmayı beceriyor. Terörle mücadele askerin işi olduğu kadar, doğal olarak siyasi iktidarın en başta gelen görevi. Her alanda allame-i cihan kesilen iktidar sahipleri bu konuda neden suskun? 28 baskın, hayır 29, 30, 31... 316 şehit, hayır 317, 318, 319... Daha ne kadar?
Yalçın Doğan, Hürriyet, 6.5.2010 |
07.05.2010 |
Hükümet kendisine çeki-düzen vermeli
Karakterİstİk vasfı askeri-bürokratik vesayet olan cari rejimin özgürlük ve demokrasi yönünde bir değişim sürecine girdiğine dair epey bir süredir yaşanan iyimser hava çeşitli nedenlerle son günlerde ne yazık ki kaybolmaya yüz tuttu. Bir yandan anayasa değişikliği girişiminin can alıcı bir noktada akamete uğruyor, öbür yandan hem Danıştay saldırısına ilişkin son derece önemli bir “yeni” bulgu konusunda can sıkıcı belirsizlikler ortaya çıkıyor hem de Ergenekon kovuşturmaları çerçevesinde yürütülen bir davada sanık bir general mahkeme kararına rağmen duruşmaya gelmeme cür’etini gösteriyor. Bu arada PKK zalimce infazlara dönüşen ölümcül saldırılarıyla gencecik askerleri katletmeye devam ediyor. Dahası, “Kürt Açılımı”na ilişkin olarak da bir süredir hükümetin sesi-sedası çıkmıyor. Zaten bu anayasa değişikliği paketinde Kürt Açılımı’nın esamisi bile okunmuyor. Bunların hiçbiri iyiye işaret değil. İktidar partisi için de, Kürtlerin siyasi temsilcisi olmak iddiasındaki parti için de, genel olarak toplum için de... Bütün bunlar statükoya dokunanın “elinin yanacağı”nı düşündürüyor ve tabii Türkiye’nin değişim umudunu tüketiyor. Umalım ki, bütün bunlar ufuktaki büyük bir hayal kırıklığının habercisi olmasın. Anayasa değişikliği sürecinde yaşadığı sıkıntı, “bedelli askerlik” konusunda inisiyatifi genelkurmaya bırakmak zorunda kalması, dahası mahkeme kararıyla çağrılan bir generalin yargı önüne çıkarılmasını sağlayabilecek kadar silâhlı kuvvetler üzerinde kontrolden yoksun olduğunun ortaya çıkması gibi olaylar hükümetin bu dönüşüm sürecinde inisiyatifi elinden kaçırmakta olduğunun işaretleri sayılabilir. İktidar partisi hatta kendi grubu üzerinde bile kontrole sahip değil. Partilerin kapatılmasını zorlaştırmayı amaçlayan değişiklik önerisinin oylamasında verdiği fire, AKP grubu üzerinde statükocu odakların etkili olabildiğini ürkütücü biçimde ortaya koydu. Bu arada, silâhlı kuvvetleri sivil denetim altına almayı ister gibi görünen hükümetin ve Başbakanın son olaylardan bu konuda da -artık (!)- bir ders çıkarmış olmaları beklenir. Herhalde Başbakan da artık anlamış olmalıdır ki, askeriyenin sivil denetim altına alınması sürekli geri adım atarak veya “nihai hamle”yi sürekli erteleyerek başarılabilecek bir iş değildir. Kendi anayasal yetkisine sahip çıkma ve askerleri kendi alanlarına çekilmeye zorlama konusunda kararlı bir iradeye ihtiyaç var. Onun için, sivil toplumdan ve medyadan gelen bu yöndeki talep ve destekleri “gaza getirilmek” olarak gören sayın Başbakan’ın, bu gibi seslerin aslında onun kendi elini güçlendirdiğini artık görmesi gerekir. Şu çok açıktır: Bir demokraside başbakana ve hükümete rağmen kendi “bildiğini okuyan”, “devlet içinde devlet”miş gibi davranan bir ordu olamaz. Bir demokraside askerlik hizmetinin statüsünü belirlemek askeri değil siyasi bir iştir. Bir demokraside başbakan genelkurmay başkanını kendi muadili olarak göremez. Çünkü, bu gibi mahviyetkâr tutumlar aslında başbakanın değil, ondan da önce “millet”in rütbesini tenzil eder. Anayasa değişikliği sürecinde yaşanan talihsiz olay, kimi tahminlerde öngörüldüğü gibi, AKP’nin kapatılması ve CHP-MHP ittifakına dayanacak milliyetçi-devletçi bir hükümetin önünün açılması gibi bir karabasanla sonuçlanmasa bile, kesinlikle statükonun tahkimiyle ve bu arada belki de Ergenekon’un üstünün örtülmesiyle noktalanabilir. Daha da kötüsü, bu, Kürt sorununu da iyice çıkmaza sokabilecek bir gelişme olur. Asıl ironik olan da, böyle bir sonucun bizatihi BDP’nin katkısıyla ortaya çıkacak olmasıdır. Onun için, BDP’liler belki bundan sonra akıllarını başlarına toplayıp, gerek anayasa değişikliği sürecine gerekse Kürt sorununun çözümüne samimi ve ciddi olarak katkı yapmaya yönelirler. Evet, BDP’nin artık sahiden “siyaset” yapması gerekiyor.
Mustafa Erdoğan, Star, 6.5.2010 |
07.05.2010 |
Jandarma karakollarının temel amacı ne?
SarIyayla saldırısı sonrasında sorulan sorular ve geçmişte yaşanan acı olaylar karakolların amacının sorgulanmasına yol açıyor. 1985 yılında yapılan ilk saldırıdan bugüne toplam kırka yakın karakol baskını olmuş. TSK bu saldırılarda 500’ye yakın şehit ve çok sayıda yaralı vermiş. Dünden bugüne olayların gelişimi incelendiğinde gerekli derslerin alınmadığı ve ciddi ihmallerin olduğu görülüyor... Bazı karakollar birkaç kez saldırıya uğrarken 15 saati aşan şiddetli çatışmalar olmuş. Aktütün karakolu 13 Eylül 1992 yılından bu yana tam 4 defa saldırıya uğramış. Sadece Aktütün’de 45 şehit verilmiş... Bir günde iki karakol basılmış... 1992 yılının saldırı listesine bakıldığında aslında fazla söze hacet bırakmayan bir durum var. Mayıs ayından Eylül ayına kadar toplam 12 karakol basılmış... Ağustos ayında 7 gün arayla peş peşe 4 karakol saldırıya uğramış... 1992 yılının listesi şöyle: l 15 Mayıs 1992-Şırnak-Taşdelen karakolu, 27 şehit l 26 Mayıs 1992-Hakkari-Üzümlü karakolu, 15 şehit l 22 Haziran 1992-Hakkari-Perihan karakolu, 6 şehit l 30 Haziran 1992-Şırnak-Betonpınar karakolu, 8 şehit l 20 Temmuz 1992-Hakkari-Sivritepe karakolu, 10 şehit l 10 Ağustos 1992-Siirt-Eruh-Dikboğaz karakolu, 6 şehit l 17 Ağustos 1992-Diyarbakır-Tuzla karakolu, 7 şehit l 24 Ağustos 1992-Şırnak-Milli karakolu, 3 şehit l 30 Ağustos 1992-Şemdinli-Alan karakolu, 20 şehit l 13 Eylül 1992-Şemdinli-Aktütün karakolu, 25 şehit l 29 Eylül 1992-Şemdinli-Derecik karakolu, 28 şehit l 29 Eylül 1992-Şırnak-Ortaköy karakolu, 4 şehit Fiziki yapıları ve coğrafi konumları başta olmak üzere personel sayıları, teknik donanımları tartışmalı olan jandarma karakolları terörle mücadelenin yumuşak karnını oluşturuyor. Daha çok 1960’lı yıllarda inşa edilen bu karakolların temel amacı kaçakçılığı önlemek ve köyün güvenliğini sağlamak olarak belirlenmiş. Karakolların kaçakçılığı önlemek için yapıldığı ileri sürülse de bölgede bu kadar fazla kaçakçı olduğunu söylemek herhalde saflık olacaktır. Bunun yanında sınırdaki karakolların kaçakçılığı önlemek için yapılması anlaşılır bir durum iken hudutlardan uzak yerlerde bulunan karakolların durumunu nasıl izah edeceğiz. Karakollar neden bu kadar saldırıya uğruyor? Fiziki yapısı yetersiz, uzman personeli eksik olan bu karakollar, terörle mücadelenin zayıf halkasını ve PKK’nın açık hedefini oluşturuyor. Uzmanlar, karakolların bu kadar çok saldırıya uğramasını buraların zayıf ve sabit hedefler olmalarına bağlıyorlar. Hakkari Dağ Komando Tugay Komutanlığı yapan E. Tümgeneral Alattin Parmaksız konuyla ilgili değerlendirmesinde şunları söylüyor(1): “...Bölgedeki jandarma karakolları sayıca yetersizdi. Karakolların sorumluluk sahaları kilometreleri buluyordu. Bu kadar geniş alanları kontrol etmeleri, fizik olarak mümkün olmadığı gibi, ellerindeki teknik olanaklarıyla gözetlemeleri bile mümkün değildi. Bütün bunların dışında karakolların fiziki yapısı da kendisine yapılacak doğrudan saldırıya uygun değildi. Karakollardaki rütbeli personel açığı devam ederken bazı karakolların kapatılması önerisi kabul görmüyordu.” Bu eleştirileri bölgede PKK’la savaşmış bir komutan yapıyor. Herhalde artık buna da itiraz edilmeyecektir. Bazı karakolların kapatılması hakkında birçok rapor olmasına rağmen bu raporların dikkate alınmamasını anlamak mümkün değildir. Peki bütün bu değerlendirmelerden sonra sayıları 800 civarında olan bölgedeki Jandarma karakollarının temel amacı nedir? PKK ile mücadele etmek mi? Kaçakçılığı önlemek mi? PKK’nın saldırılarına engel olmak mı? Köylünün güvenliğini temin etmek mi? Kendi güvenliğini sağmak mı? Yolların güvenliğini sağlamak mı? Köyü düşmanlardan korumak mı? Bölgenin asayişini temin etmek mi? Eşkıyaları yakalayıp adalete teslim etmek mi? Araziyi kontrol etmek, alan kontrolü sağlamak mı? Sizce hangisi?
Hüseyin Yayman, Haber7, 6.5.2010 |
07.05.2010 |