Umut YAVUZ |
|
İktidar ile yozlaşmak |
Sekülerleşme yahut dünyevîleşme, her devirde, Müslümanların karşısındaki en büyük tuzaklardan biridir. Bu tehlikeden kaçma, bir nevî, nefisle ve onun istekleriyle mücadele etme, “en büyük cihad” olarak vasıflandırılmıştır. Dolayısıyla insanı dünyevîleştiren her şeyden sakınmak da bir o kadar önemlidir. Dünya, arzu edilecek değil bilâkis kendisinden kaçılacak şeylerin başında gelmelidir. Bediüzzaman’ın, “Beni dünyaya çağırma, ona geldim cefa gördüm” dizeleri de bu gerçeği yansıtmaktadır. Pek tabiî ki, dünyadan bu kaçış, ruhbanca bir yaşayış anlamına gelemez. Zira İslâm’da ruhbanlık yasaklanmıştır. Ancak ve ancak “Dünyayı kalben terk etmek gerekir, kesben değil” düsturunca bir kaçış söz konusu olabilir. Dolayısıyla dünyevî şeyleri hayatının merkezine almamak, kalbinde onlara yer vermemek gerekirken, aynı zamanda dünyada yaşadığımızın da farkında olarak, hayatın gereklerini yerine getirmemiz şarttır. Bunu da zarurî ihtiyaçlar nisbetinde yerine getirmek en sağlıklısı olacaktır. Zira meşhur filozof Socrates, “Önemli olan; hayatta “en çok şeye sahip olmak” değil “en az şeye ihtiyaç duymak”tır” sözleriyle bu hakikati veciz bir şekilde ifade etmiştir. Dünyanın gerçek mahiyetinin idrakinde olanlar ona gönül bağlamazlar. Hayatlarının merkezine de asla dünyevî çıkar ve hırsları koymazlar. Koydukları anda da kazanma kuşağından, kaybetme kuşağına yuvarlanırlar. Bugün insanımızın karşılaştığı en çetin imtihanlardan biridir dünyevîleşme. İktidar gibi bir gücü elinde bulunduranlar ve arkalarında hissedenler dünyevîleşme vartasına çok yaklaşmışlardır. İngiliz siyasetçi Lord Acton’un “İktidar insanı bozma eğilimindedir, mutlak iktidar mutlaka bozar” düsturu, bizce Müslümanlar için daha büyük bir mânâ ihtiva etmektedir. Şüphesiz güç, eğer hırsların ve nefsin eline verilirse neticesinde büyük bir zulüm ve adaletsizlik ortaya çıkması kuvvetle muhtemeldir. Dünyayı “bir süre konup göçülecek bir gölgelik” mesabesinde değerlendirmesi beklenen bir zihniyetin eline iktidar gücünü aldığı zaman mutlak bir şekilde yozlaşmaya uğruyor olması esas korkulması gereken, dehşet verici ve sakınılması gereken fitnedir. Bugün eğer iktidar kuvveti çıkar ve menfaatlere alet edilmeye başlandıysa ve bundan da en fazla dinî hassasiyetleri olan insanlar yararlanıyorsa, şüphesiz bu korkulacak bir gelişmedir. Dinî hassasiyetleri olan insanların dünyaya bu denli yaklaşması, helâl-haram sınırlarının silikleştiği, adam kayırma, yolsuzluk, rüşvet gibi asla kabul edilmeyecek şeylerin tabiî görüldüğü bir iklimde yaşamaya başlaması, dün içtinap ettiği şeyleri bugün hiç tereddüt etmeden irtikâp etmesi, şüphe yok ki zulümlerin en büyüğüdür. Hele ki bu güç ve bu kuvvet, kutsî bazı hakikatlere yaslanarak ve onları dayanak kuvveti yaparak edinilmişse, bin derece daha şedit bir zulümle karşı karşıyayız demektir. Tevafuk bu ki, yukarıda iktidarın bozucu etkisiyle alâkalı sözünü aktardığımız Lord Acton, bir zamanların İngiliz Müstemleke Bakanı ve sonradan da Başkanlık görevini yürüten William Ewart Gladstone’un siyasî danışmanlarından biriydi. Gladstone ise özellikle bizim düşünce dünyamıza şu sözleriyle damgasını vurmuştu: “Bu Kur’ân Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe, biz onlara hakikî hâkim olamayız. Ne yapıp yapıp, bu Kur’ân’ı sükût ettirip ortadan kaldırmalıyız. Yahut da Müslümanları ondan soğutmalıyız…” Evet Gladstone bu sözleri bir asır önce Lordlar Kamarası’nda dile getirmişti. Belki de, bu söze karşı mücadele edeceğine ant içen Bediüzzaman Said Nursî’nin büyük gayretleri ile Müslümanlar Kur’ân’dan soğutulamadı, ama şimdi Gladstone’un danışmanının işaret ettiği “iktidar ile yozlaşmanın” eşiğinde duruyor. Saldırmakla başaramadıklarını, iktidarı teslim ederek başarmalarına ramak kaldı. Bu vartaya düşmemek ve yozlaşmamak için, herkesin hassasiyetlerini gözden geçirmesi elzemdir. 03.05.2010 E-Posta: [email protected] |