Basından Seçmeler |
Niye profesyonel ordu?
“BEDELLİ askerlik” bugün toplumdan yükselen en güçlü taleplerden biri. Geçen hafta bu konuda Başbakan Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı arasında yapılan görüşmeden sonuç çıkmadı. Anlaşıldığı kadarıyla Başbakanlık fikre olumlu bakıyordu ancak Genelkurmay Başkanlığı, bu yılki yükümlü sayısının ordunun asker ihtiyacını karşılayamadığı gerekçesiyle ve uygulamanın doğuracağı ahlaki sorunlara dikkat çekerek, yeşil ışık yakmadı. Türkiye’nin yaklaşık 1 milyon personeliyle Çin, ABD, Rusya ve Hindistan’dan sonra niye dünyanın en büyük 5. ordusunu beslemek zorunda olduğunu bilmiyoruz. Ama bedelli askerliğin ahlaki bir sorun arz ettiği muhakkak. Mali imkâna sahip olan bir kısım yurttaşlara, ödeyecekleri para karşılığında askerlik hizmeti yükümlülüğünden kurtulma izni verilmesi, haklarda ve sorumluluklarda eşitlikle bağdaşmayan bir durum. Ne var ki, bu konuda eşitlik ilkesine her zaman bağlı kalınmadığı ortada. 1987’de 18 bin, 1992’de 35 bin, 1999’da 72 bin yurttaş bedel karşılığı bir ayda askerlik imkânından yararlandırıldı. Üç yıl süreyle yurtdışında çalışmış olanlara, bedel karşılığında üç haftada askerlik uygulaması sürüyor. Dolayısıyla bedelli askerlik, daha önce olduğu gibi şimdi de, geçici bir önlem olarak uygulanabilir. Ama hedef TSK’yı profesyonel yapmak, gönüllü ve maaşlı hale getirmek olmalı. Esas olarak iki nedenle: Birincisi, Türkiye’nin güçlü ve etkin, işini gereğince yapan bir orduya ihtiyacı var. Maalesef, TSK’nın savunma görevini gereği gibi yerine getirip getirmediği konusunda soru işaretleri artıyor. Ordunun görevini gereğince yerine getirmesi için öncelikle daha az sayıda ama çok daha iyi eğitilmiş ve çok daha etkin silahlarla donatılmış, en etkin istihbarat imkânlarına sahip profesyonel bir ordu olması gerekiyor. İkinci neden ise Türkiye’nin sadece işini yapan, siyasete karışmayan bir orduya ihtiyacı olması. Evet, TSK’nın siyasete karışmayan, sivil ve demokratik denetime tabi olan bir ordu haline gelmesi için gerek hukuk alanında, gerekse subayların demokratik bir kültürle eğitilmeleri konusunda yapılması gereken çok şey var. Ne var ki, ordunun profesyonel hale gelmesi de, parlamentoya ve topluma hesap veren bir kurum haline gelmesine yardımcı olacaktır. Demokrasilerde zorunlu askerlik giderek istisna haline gelmekte. AB’nin 27 üyesi arasında zorunlu askerliğin devam ettiği 6 ülke (ve hizmet süreleri) şöyle: Almanya (9 ay), Avusturya (6 ay), Danimarka (4 ay), Finlandiya (6 ay), Yunanistan (9-12 ay), Kıbrıs Rum Yönetimi (25 ay). İsveç zorunlu askerlik hizmetine bu yıl son veriyor. AB’ye aday öteki ülke olan Hırvatistan, zorunlu askerliği 2008’de kaldırdı. Bütün demokratik ülkelerde kabul edilen “vicdani ret” hakkı, yani dini ve felsefi nedenlerle askerlik yapmayı reddetme hakkı, AB’ye üye ve aday 29 ülke arasında sadece Türkiye’de; Avrupa Konseyi’nin 47 üyesi arasında yine sadece Türkiye’de (ve Azerbaycan’da) tanınmıyor. Sivil toplum kuruluşlarının oluşturduğu “Kamu Harcamaları İzleme Platformu”nun 2009 yılı için yaptığı hesaplamalara göre, NATO üyesi Avrupa ülkelerinde askeri harcamaların GSYH’ye oranı % 1,8 iken, bu oran Türkiye’de yüzde % 2,3 dolayında. Platform’un milletvekillerine gönderdiği mektupta bir kez daha altı çizildiği üzere, askeri harcamaların izlenmesinde en büyük zorluk, verilerdeki şeffaflık eksikliği. Askeri harcamalar üzerinde sivil ve parlamento denetiminin yetersizliği ise iyi bilinen bir sorun. Türkiye kaç kişilik bir orduya sahip olmalıdır? TSK hangi savunma konseptleriyle, hangi silahlarla donatılmalıdır? Bu konuların hepsi siyasi otoritenin alanına giren konular olması gerekir. Ne yazık ki askeri vesayet düzeninin bir parçası olarak, bugün hepsine askeri otorite (Genelkurmay) karar vermekte. Türkiye’nin en büyük açıklarından biri bu konularda donanımlı parlamenterlere, genel olarak sivil uzmanlara sahip olmayışı.
Şahin Alpay / Zaman, 1.5.2010 |
02.05.2010 |
Bakın OYAK’ta kimler çalışıyormuş!
DÜN; OYAK Savunma Güvenlik Şirketi’nin internet sitesine şöyle bir ziyarette bulundum.. “Olur ya, Danıştay binasının güvenlik kameralarındaki kayıtların silinmesi ile ilgili olarak, bu kadar yoğun eleştiriye karşı, belki bir açıklama getirmişlerdir.. Birinci elden onu görürüz” dedim. Heyhat! OYAK Savunma Güvenlik’in yöneticileri, sanki Türkiye’de yaşamıyorlar.. Dünya ile ilgilerini kesmiş, uçuyorlar.. Eleştirilerle ilgili tek satır bir açıklama olmadığı gibi, olaylar ışığında yayınladıkları bilgileri şöyle bir gözden de geçirmiyorlar! Mesela ne diyorlar: “Güvenlik Sistemlerindeki teknolojik gelişmeler; terör, sabotaj, gasp, hırsızlık ve yangın gibi günlük yaşamımızı giderek artan derecede tehdit eden felaketleri kontrol altına alınabilir hale getirmektedir.” Vay vay vay.. Teknolojik gelişmeler sayesinde, terör olaylarını kontrol altına alabiliyormuşuz! Alabiliyoruz da, OYAK’ta bu; tam tersine işliyor galiba.. Danıştay, teknolojik gelişmelerden faydalanmak için, kapısına güvenlik kamerası kurduruyor. Sanıyor ki, giren-çıkan kaydediliyor.. Heyhat.. Kayıt sistemi iki günde bir arıza yapıyor. Sonra da, bu arızadan sorumlu olan güvenlik şirketi, sitesinden ahkâm kesiyor:“Müşterilerinin, çalışanlarının ve sivil halkın güvenliğinin sağlanması yanında yatırımlarını, mal ve ekipmanlarını ve hatta bilgi birikimlerini korumak isteyen özel ya da kamu kuruluşları için günümüzde bu sistemlerden faydalanmak kaçınılmaz olmuştur.” Yaa, gördünüz mü?.. “Güvenlik için, artık yatırım yapmalısınız” diyor OYAK’çılar.. Danıştay da öyle yapmış zaten. Yatırım yapmış. OYAK ile anlaşıp, sistemi kurdurmuş. Ama o ne? Daha üçüncü ayda, kameralar arıza üstüne arıza yapıyor. Haydi arızaları bir kenara bırakın.. Güvenlik amacı ile kurulan kameralardaki, arıza olmadığı zaman diliminde alınan kayıtlar, güvenlik şirketi elemanları tarafından siliniyor! Niçin silinir o kayıtlar? İlköğretim okulu yazı tahtası mı bu, “Çocuklar A harfini öğrendiniz, şimdi bunu silelim, yerine B’yi yazalım” mı diyorlar?.. Nedir, tam da cinayet öncesindeki görüntülere kayıtlarının silinmesinin amacı? Siz güvenliğinizi sağlasın diye bir şirketle anlaşma yapıyorsunuz. O şirketin elemanı, sizin güvenliğinizi sağlamamayı bir kenara bırakın, bir de üstelik, size karşı işlenmiş suçun faillerini yakalatmamak için, kayıtlarda delil tahribatı yapıyor!.. Bu kadarına da pes doğrusu.. OYAK Savunma ve Güvenlik Şirketi’nin sitesinde, başka neler deniliyor? Silme işleminin hiç de öyle yanlışlıkla falan olmayabileceğini gösteren ilginç bilgiler yer alıyor.. Ne gibi mesela? Mesela, şöyle: “Yönetici personelimiz; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Özel Kuvvetler Komutanlığı, Komando Birlikleri, Koruma Taburları, SAS ve SAT birlikleri gibi mümtaz ve seçkin kurumlarında uzun yıllar görev yapmıştır. Dış ülkelerde güvenlik konularında çeşitli kurs ve eğitimlerden geçmiş, yabancı Silahlı Kuvvetler personeli ile müşterek çalışmalarda bulunmuştur. NATO ve diğer müttefik karargâhlarında güvenlik ve yönetim konularında görevler icra etmiş, uzman ve profesyonel kişilerdir.” Amanın ki amanın.. Tam da zaten, son yıllarda hep tartıştığımız isimler burada övgü ile bahsedilen birliklerden çıkmıyor mu? Başbakan’a suikast hazırlığındaki Atabeyler çetesi nereden çıkmıştı? Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan çıkmamış mıydı zaten? Genelkurmay ile Deniz Kuvvetleri arasındaki tüneli havaya uçurma planı ve bu iş için gerekli patlayıcılarla yakalanan Fikret Emek de Özel Kuvvetler’den değil miydi? Darbe çalışmalarının en hızlı yürüdüğü yerler, SAT birliklerinin bağlı olduğu Deniz Kuvvetleri Komutanlığı değil miydi? Heeeey.. OYAK’çılar. Niye susuyorsunuz? Açıklasanıza. Bu kadar seçkin kişilerin yönetici olduğu bir güvenlik şirketinde, nedir bu güvenlik laubaliliği? Kameranın arızalanmasından vazgeçtik. Bir de; var olan kayıtlar siliniyor, elemanlarınız tarafından.. Nedir bu iş? Nedir bu rezalet? Yoksa tılsım, o “seçkin yöneticileri”nizin profesyonelliğinde mi?
Ali İhsan Karahasanoğlu Vakit, 1.5.2010 |
02.05.2010 |
Askerlik dedikleri...
BİR dostumun yurtdışında çalışan oğlu askerlik görevini şu yakınlarda bitirdi; ilk birkaç gün evde bir ay bile sürmeyen askerliğin saatler tutan öykülerini anlatıp durmuş... Kendi oğlum geçen yılın altı ayını askerlik görevini ifa ederek geçirdi; sonrasındaki günler yaşadıklarını çoğu keyifli öyküler olarak etrafıyla paylaştı. Öyledir; erkeklerin özel tarihinde, ne kadar kısa sürerse sürsün, askerliğin kolayca silinmeyen izleri mutlaka kalır. Mahalle arkadaşlığı, mektep arkadaşlığı yanında bir de ‘asker arkadaşlığı’ vardır. Askerliğini aynı zamanda yapmış olanlar birbirlerine “Tertip” diye hitap eder; tertiplerin ikisi-üçü biraraya geldi mi, şamatadan geçilmez. MetroPoll şirketinin üniversite gençliği arasında yürüttüğü taze bir araştırma, henüz asker ocağına gitmemiş üniversiteli gençlerin zihninde ‘askerlik’ konusunun aslında ‘olumsuz’ bir yeri olmadığına işaret ediyor. Neredeyse tamamı henüz askerlik görevini yapmamış üniversite öğrencilerinin yüzde 45’i “Askerlik görevi bugünkü şekliyle devam etsin” derken, “Profesyonel orduya geçelim, zorunlu askerlik kalksın” görüşünü seslendirenlerin oranı yüzde 40 civarında kalmış... Kendimizden ‘asker millet’ diye söz ederdik, son zamanlarda bu tür anlatımlar azaldı; henüz askerliğini yapmamış üniversitede okuyan gençlerin önemli bir bölümünün sistemi sorgulamaması bu görüşün hâlâ geçerli olduğunu düşündürüyor. Gençler askerlik görevinden kaçma yanlısı değil... Genelkurmay Başkanlığı araştırmayla ortaya çıkan bu gerçeği en kısa zamanda ‘profesyonel ordu’ projesine hız kazandırmak için değerlendirmeli. Hiç değilse yarısının askerlik görevine koşa koşa gitmekten yana olduğu bir ortam, gençlerin kıymetli vakitlerini daha yararlı işlerde değerlendirmelerini sağlayacak tedbiri almak için en kıymetli ortamdır. Üniversiteli gençler eğitimleri bitip hayata atıldıktan sonra askere gidiyorlar ve aradaki süre ne kadar açılıyorsa askerlikle ilgili hevesleri de o kadar tahrip oluyor. Okurken askere gitse veya mezun olur olmaz göreve çağrılsa zorluklara daha kolay katlanabilir gençler; ancak mezuniyet sonrası hayatın hayhuyu içerisinde debelenirken ‘zorunlu askerlik’ tam bir kâbus senaryosuna dönüşebiliyor. Devlet hizmetine giriyor gencimiz ve kıdem almaya başlıyor... Ya da kendi işini kuruyor, ufak da olsa para kazanmayı öğreniyor... Önemli/önemsiz şirketlerde çalışanlar kendilerine bir yer ediniyor... Üniversitede master ve doktora yapıyor, ders veriyor... Hemen hepsi çoluk-çocuğa karışıyor, göbek nahiyeleri kalınlaşmaya yüz tutuyor... Tam terfi sırası geldiğinde, daha fazla para kazanacakken, maaşının artmasını beklerken, yurtdışından davet aldığı bir sırada, eşi ikinci çocuklarına hamile olduğunu açıkladığı gün... “Askere gel” diyorlar... Üniversitedeyken MetroPoll anketine, “Askerlik sistemi aynen devam etsin” diyen (yüzde 45), ya da “Bedelli askerliğe karşıyım” görüşünü açıklayan (yüzde 41.3) da askere çağrıldığında görüşünü değiştiriyor. Nereden mi biliyorum? Şuradan: Medyada köşesi olan veya görüş açıklayanlara hayatın her kesiminden “Bedelli askerlik için bize destek olun” mesajları yağıyor. Sürekli. Ülkemizdeki en örgütlü grup, hiç kuşkunuz olmasın, ‘bedelli askerlik’ için seferberlik başlatanlar. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bir TV programında verdiği mesajı olağanüstü bir şevkle “Bu defa olacak” keskinliğiyle yorumladı organize gençler; ardından meydana gelen gelişme bugüne kadar pek görülmemiş bir öfke çığına dönüşüverdi. Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un ordunun insan ihtiyacı açığının devam ettiğine Başbakan Erdoğan’ı ikna etmesi, özellikle ‘bedelli askerlik’ konusunu bir takıntı haline getirmiş gençler için hayal kırıklığına yol açtı. Hayal kırıklığına uğrayan genci askere alsanız ne olur? Üzerinde düşünülmesi gerekli bir sorudur bu. Ülkemiz bugünkü sayılarda bir orduya sahip olmak zorunda değil; hiçbir ülke değil... Etrafıyla barışmış, terörle mücadelede yeni bir strateji uygulamayı benimsemiş bir ülkeyiz ve ordumuz da bu yeni duruma ayak uydurmak zorunda. Eldeki silâhların ileri teknolojisi ve yüksek fiyatları meslekten asker olmayanlara teslim edilmemelerini gerektiriyor. Teknoloji-yoğun silâhları profesyonel askerler kullanıyor zaten; bugünkü sistemde asker ocağına giden elektronik mühendislerine, bilgisayar mühendislerine -hiç değilse çoğuna- sıradan işler yaptırılıyor. Yanlış mı bu, değil: Altı aylığına aralarına katılan birine eğitimi birkaç ay sürecek bir silâhı neden emanet etsinler ki? Eşinden, işinden kopmuş, kıdemi, kazancı zarar görmüş, sıradan işlerde çalıştırılan bir genci, üniversitede okurken açıkladığı “Bugünkü sistem aynen devam etsin” görüşünden tam tersi ufuklara götürmek marifet sayılmamalı... Aranırsa bu soruna da bir çare bulunur; âcilen bulunmalı da...
Taha Kıvanç / Yeni Şafak, 1.5.2010 |
02.05.2010 |