Görüş |
Vehip Sinan bize öncülük yaptı
Merhum Vehip Sinan’la ilk karşılaşmam 1981 yılında nasip oldu. Onun öncesinde çizgilerini 10 yıldan fazladır tanıyor ve takip ediyordum. Çocukca aklımla diyordum ki “Bu çizgileri uzaydan gelen biri mi çiziyor acaba?” Tabiî ki Vehip Sinan’ı görmek, nasıl biri olduğunu tanımak epey uzun zamanımı aldı. Çizgileri boy boy her yerdeydi, ama kendisi ortalıklarda hiç gözükmüyordu. Yüksek tahsilim sırasında defalarca Yeni Asya’ya geldiğim halde onu görmek nasip olmuyordu. Bir defasında karikatürünün gazete binasından içeriye girişine şahit olmuştum. Götür getir işleri yapan —şimdilerde ofis boy diyorlar—bir genç kapıdan içeri girdi muzaffer bir kumandan edasıyla. Rahmetli Hüseyin Demirel, “Cengiz aldın mı?” diye seslendi. “Evet, abi” diyerek elindeki kâğıdı uzattı. Hemen masalarda bir hareketlenme oldu, Kasım Baydemir ve diğerleri kalkıp yerinden o kâğıdın üzerindekine bakmaya çalışıyorlardı, ama sanki “İlk ben göreyim” yarışı yapılıyordu. Tahmin ettiğiniz gibi bu bir Vehip Sinan karikatürüydü. Hergün evinden gidip alınıyordu çizgileri. Ben görmedim, ama pencereden bir sepet içerisinde aşağıya sarkıttığı da oluyormuş. Bu yüzden “Zembilli Ali Efendi” esprisi yapanlar da yok değildi. Hâlâ Türkiye’nin "en yaşlı" çocuk dergisi olan Can Kardeş dergisinin yayın hayatına atıldığı ilk yıllarda bize de teknik mânâda görev düşmüştü. Sevgili Gürbüz Azak ustam Tercüman’dan Can Kardeş’e yeni bir soluk olarak dönmüş ve Vehip Sinan’ı tekrar Yeni Asya ailesine kazandırmış, Vehip Sinan da haftada bir gün de gazeteye gelme sözü vermişti. Can Kardeş’e verdiği çizgi romanlar dışında vinyet de çizecekti. İşte o zaman gördüm, koltuğunun altında sıkı sıkı tuttuğu fermuarlı çantasıyla Cağaloğlu’nda gazete binasında. KÜÇÜK DEV ADAMI... Vehip Sinan özellikle 1970’li yıllarda Türkiye siyasetinde mizahıyla parlak ve hoş bir bahar iklimi yaşatan önemli fikir adamlarımızdan biridir. O hep sağ görüşlü gazetelerde çizmeyi yeğlemiştir. Kendini; “Namusu, maneviyatı, hürriyeti için karınca kararınca vatanını kurtarmaya çalışan siperdeki bir er gibi görüyorum” diyordu bir söyleşisinde. Bu yüzden sol kesimin yokluğa mahkûm ettiği bir çizerdi. Cumhuriyetin 50. Yılı münasebetiyle hazırlanmış Türk Mizah ve Karikatürü adlı ‘kütük kadar’ kalın bir kitaba san'atı ve karikatürü kendi tekellerinde gören zihniyet, onun adını dahi yazmamışlardı. O bunlara aldırmadı ve inandığı dâvâdan asla vazgeçmedi. Velev ki daha az ücrete, daha az tiraja rağmen. Bir yerde okumuştum. “Sağın Turhan Selçuk”u diyorlardı. Daha fazla insana ulaşılma imkânı olsaydı diğer çizerlerin düşünce görüşlerinin fevkinde bir yere oturacağı muhakkaktı. Vehip Sinan tavrını, rengini, istikametini böyle belirlemiş, ama ona gerçekten hakettiği ilgi ve alâkayı sağ kesim göstermiş midir? Bu konuda sağın bir açmazı var. Çizer... yani suret çizen... Rahmetli Mehmet Emin Birinci Ağabey bana “Ey hayali arkadaşım İbrahim, ahirette ‘Bu çizdiğin suretlere can ver’ deyince ne yapacaksın?” diye gülerek takılırdı. Sonra da “Sen çizmene devam et, çünkü bu mahareti hayırlı şeyler için kullanıyorsun. Niyetini bozma, Ben de sana şahitlik ederim,” derdi. Tabiî herkes Birinci Ağabey gibi aydın, mütefekkir olmadığından bu camiada resim-çizi işleriyle uğraşanlar pek makbul tutulmuyorlar. Bunu şunun için anlattım: Rahmetli Vehip Sinan da yazar olmak istemişti. Necip Fazıl’la olan hatırası bunu gösteriyor. Bab-ı Ali’de bir ressam vardı. Değme ressamları cebinden çıkarır. En güzel kapakları o çizer. Kimse eline su dökemez, Sevgili ustam Gürbüz Azak. Yazar olarak daha çok tanındı. Muammer Erkul da çizerlikte iyi gidiyordu. Demirhan Kadı kısa pantolonla gelmişti, çalıştı çabaladı yıllarca çizdi, sonra Davut Şahin adıyla yazarlığa başladı. Şurası da bir gerçektir ki, bazen vurucu bir karikatür, sayfalarca yazı ve makalenin anlattığı mesajı birkaç saniye içinde okuyucuya verebiliyor. Kolay yoldan fikir sahibi yapabiliyor. Vehip Sinan işte bunu hep yapıyordu. Aradan yıllar geçmesine rağmen hafızalara kazınan çizgilere imza atmıştı. Onu tanıyan pek çok kişiden dinlemişimdir; “Şöyle bir olay olmuştu ve hiç unutmam Vehip Sinan’da şöyle bir karikatür çizmişti...” diye olayı ve karikatürü anlatıp sonra güldüren sohbetler... Gazetemizin imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular bunu sık sık yapanlardandır. 1970’li yıllardaki olayları anlatır, sözü döner dolaştırır Vehip Sinan’ın bir çizgisine bağlar. Yeni Asya’nın Spor Müdürü Erol Doyuran anlattı. Erol Bey de küçük yaşlarda Bab-ı Aliye gelmiş, Vehip Sinan’ın evinden karikatür taşımışlardandır. “Vehip Abi bir karikatür çizmişti, bir yanda terör, anarşi kavgaları yapanlar, diğer yanda bir koltukda gerine gerine kola içen bir insan... Kola içen ve kavga yapanları göstererek şöyle diyor, ‘Hepsi bir yana Pepsi bir yana.’ Hatta bu çizim gündem olmuş ve Pepsi firması reklâmlarında kullanmak istemiş diye de anlatılıyor...
İşte çizginin gücü Vehip Sinan ustamla 1990’lı ve 2000’li yıllarda birçok teşrik-i mesaim oldu. Biz Yeni Asya tekkesini beklediğimizden, Vehip Abi de diğer gazetelerinde hatırı kalmasın diye turladığından, zaman zaman bizim gazeteye de geliyor ve yollarımız birleşiyordu. O gelince ben çizdiğim köşeyi ona bırakıyor ve başka işlere yöneliyordum. Karikatürlerini yayına hazır hale getiriyordum. Renklendiriyor, eğer ona sıkıntı verecek dâvâ konusu olabilecek çizgiler varsa, yazıişlerinin yorumlarını alır, sonra kendisini arar düzeltmeler yapardık. Hemen hemen yayınlamadığımız karikatürü yok gibiydi. İki-üçü geçmez. Ben, sürekli, ‘yayınlansın bir şey olmaz’ şeklinde rey izhar edirdim. Yayınlanmayınca gönül koyardı. Karikatürü bire bir ölçülerinde çizerdi. Biraz büyüterek, şöyle manşetin yanında kullanınca çok sevinirdi. Beğenildiğini hissedirdi. O gün arayanlarının çoğaldığını söylerdi. Eski dostların arayıp çizgisini beğendiğini söylemesinden mutluluk duyardı. Karikatürün renklendirmesinde bir hata, ebatlarında küçülme ve sayfanın alt taraflarda yayınlanınca da gönül koyardı. Gazete binası Güneşli’de olduğu için her gün şoförlerden birisi Fatih’deki evine gönderir, karikatürlerini aldırırdık. İki-üç ayda bir de gazeteye gelirdi. Gazetemizin imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular, ona arabasını gönderir aldırırdı. Mutlaka görüşmelerde kullanacağı espriler de hazırlamış olurdu. Yüz ifadelerini ve mimiklerini çok iyi kullanırdı. Bulunduğu ortamda tebessüm eksik olmazdı. Çağımızın bir Nasrettin Hoca’sıydı. Edep bilir erkân bilir, küçük bilir, büyük bilir, hatır bilir, gönül bilir. Bazıları ‘içine kapanık’ diyorlar. Ben öyle görmüyordum, sadece evine kapanıktı. Mizah ve hoş sohbet aslında hoca mesleğidir. O, bunu bir batı san'atı olan karikatürü kullanarak yaptı. Hem de en iyi, en nezih tarafından yaptı. Bu yönde bizlere bir öncülük yaptı. Allah ondan razı olsun. Allah gani gani rahmet eylesin. Makamı cennet olsun.
İBRAHİM ÖZDABAK |
03.05.2010 |
Kolay olan inanmaktır
Aylardan Nisan’dı. Yeryüzü rengârenk donatılıyor. Uçaktayım, yerden 10 bin metre kadar yükseklikte. Güzel Anadolu’mun topraklarına bakıyorum çok uzaklardan çok. Bereketli Anadolu’mun topraklarında küme küme tepeler, heybetli dağlar, kıvrım kıvrım yollar, çizgi çizgi dereler görüyorum. Tarlalar görüyorum kimisi yemyeşil, kimisi değil. Ağaçlar görüyorum öbek öbek. Yemyeşil tarlalarda, yemyeşil dağlarda göze çarpan bir canlılık ve insana huzur veren bir renk cümbüşü var. Yükseklerden yere doğru baktığında insan, bu canlılık ve cümbüş yanında, yaratılmışlar arasındaki uyum ve birliği de fark edebiliyor. Aklını kullanan her insan, dünyadaki nimetlere baktığında şunu düşünmelidir. Şu hususu kendisine sormalıdır. Dağlar, tepeler yemyeşil. Ovalar, kırlar yemyeşil. Ormanlar, buğday, arpa, mercimek, nohut tarlaları yemyeşil. Bu yemyeşillik sayılamayacak kadar çok! Bu yemyeşillikler hepsi de birer nimet. Kim sayabilir ki bu kadar çok nimeti? Sayamayız asla. Buğday tanelerini kim sayabilir ki? Arpa, mercimek, nohut tanelerini saymak ne mümkün! Çam ağaçlarını saymaya kalkmak mümkün mü? Bütün ormanı kim sayabilir? Yemyeşil badem ağaçlarını, yemyeşil meşe ağaçlarını kim sayabilir? Sırf, ağaçları, sırf buğday tarlasındaki nimetleri mi? Allah’ın bütün nimetlerini sayamayız. Zaten, Kur’ân-ı Kerim’de, Allah’ın nimetlerini saymaya çalışanın bunu başaramayacağına dair âyet-i kerime mevcuttur. Nahl Sûresi 18. âyette; “Hâlbuki, Allah’ın nimetini saymaya kalksanız onu sayamazsınız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” Uçaktan bu yemyeşil manzaraya, buğday tarlalarına, ormanlara bakarak şöyle düşündüm: Evet, bu nimetleri sayamayız, ancak, hepsinin tek bir çekirdeğe dayandığını tefekkür edebiliriz. Bu kadar nimet sonsuz sayıda görünse de, esasta, her bir nimet, bir tek mahsul tanesine ya da tek bir çekirdeğe dayanıyor. Hem her bir buğday başağı, bir tek mahsul tanesidir, hem de dünyadaki bütün buğday başakları tek bir taneye dayanmaktadır. Hem her bir çam ağacı, tek çekirdeğe dayanmaktadır; hem de bütün çam ağaçları tek bir çekirdeğe dayanmaktadır. Evet, bütün buğdaylar tek bir buğday tanesine dayanıyor. Bütün arpa, mercimek, nohut da öyle. Bütün ağaçlar da öyle. Hepsi de ilk olarak toprağa düştüğünde tek bir taneydi. Hangi mahsul olursa olsun, bütün mahsuller yalnızca ve yalnızca bir tek mahsul tanesi, başka bir deyişle, tek bir çekirdek olarak yaratılmıştır. Aynı, Âdem’in (as) yaratılışı gibi. Evet, her şeyin yaratılışını bir tek çekirdeğe vermek ne kadar da kolay. Başka bir türlü düşünce ise kaos (kargaşa) demektir. Halbuki hayatta yaratılmış bütün nesne ve varlılarda kaos değil, uyum vardır. Bu uyum mikro kozmos (insan) ve makro kozmos (kâinat) için ayrı ayrı geçerlidir. Her şeyi Bir’e, yani Allah’a vermek, hakkı teslim etmek ve doğruyu bulmaktır. Doğruyu ve hakkı bulmak ne kadar da kolay. Çok basit bir düşünceyle bile her şeyi Bir’e vermek ne kadar da kolay ve ne kadar da akılcı değil mi? Bu metotla, Allah’ın yaratıcılığını kavramak ne kadar da kolay değil mi? Evet kolay olan budur. Zor olan, kâinattaki uyum ve birliği görmemektir. Zor olan her şeyi Bir’e bağlamamaktır. Kolay olan, kozmosta kaosun olmadığını fark etmektir. Bunu çocuklar bile fark edebilir. Çocukların bile gördüğünü, çocukların bile fark ettiğini eğer akıl sahibi yetişkin bir kişi göremiyorsa, burada kasıt aramak gerekir. İnançsızlık bu mânâ itibariyle, kasta yani belli bir inada dayanmaktadır. Allah her inatçıya elbette müstehakını, yani hak ettiği cezayı verecektir. Öyleyse, çok açıktır ki, “kolay olan Allah’a inanmaktır.” Bir insan kolay olanı bırakıp da zor olanı seçiyorsa, yani imanı bırakıp da inançsızlığı seçiyorsa, söylenecek tek bir söz kalıyor ki, bu söz ve benzeri uyarılar Kur’ân-ı Kerim’de bir çok defa zikredilir: “Allah’ın âyetlerini, Allah’ın nimetlerini bile bile inkâr edenin sonu ateştir.” Üstadımızın 13. Söz’de belirttiği üzere, “Zarara kendi rızasıyla düşene merhamet edilmez.” Zararı isteyene belki de denir ki, “Al işte istediğin buydu senin”. Allah böyle bir sondan bizleri muhafaza eylesin ve kolay olanı, yani imanı seçmeyi ve bu seçimde de sonsuza dek sebat etmeyi nasip eylesin. Âmin.
AHMET SANDAL |
03.05.2010 |