Ahmet DURSUN |
|
Rövanşı bırak, demokratlaşmaya bak |
“28 Şubat süreci bin yıl sürecek” diyen eski Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun sözlerini tekzip eden tarihî bir sürece şahitlik ediyoruz. Kendi askerini koruyamayan, sınırlarına sahip çıkamayan bir ordu fotoğrafını düzeltmek yerine sivil toplum kuruluşlarını, kendi vatandaşını fişleyen, Ayşe öğretmenin peruk takmasını bile hazmedemeyen, kendi meslektaşlarını sadece inançlarından ötürü sorgusuz sualsiz ordudan atan, akla ve vicdana sığmayacak bir çok kararın altına imza atan bir ordudan söz ediyoruz. İçinde yaşadığı toplumun değerleriyle çatışan, kendi insanının seçtiği meşrû bir iktidara karşı düşmancasına darbeler planlayan, bu milletin ordusu olmak yerine köhnemiş ideolojilerin ordusu olmayı tercih eden bir ordudan söz ediyoruz. Dönemin Genel Kurmay Başkanı elindeki silâhın gücüne güvenerek “28 Şubat bin yıl sürecek” derken mazlumların yazdığı tarihî bir gerçeği aklının ucundan bile geçirmemişti herhalde. “Küfr ile dünya durur, zulm ile durmaz.” Bugün gözaltına alınan, tutuklanan generaller şu sözü de ne güzel hatırlatıyor bize: “Zulm ile abad olanın ahiri berbat olur.” Lâkin, ordu bizim ordumuz… Vicdanın amir olduğu bir hukuk devletine doğru yol alırken ordu da kendi aslî görev sahasına çekilmesini bilmeli. 28 Şubat’ı bir daha dirilmemek üzere nisyan çukurlarına gömmek adalet üreten bir hukuk anlayışıyla mümkün olabilir. Bu sağlanamadığı takdirde 28 Şubat’ın bugün de devam eden, milleti derinden sarsan uygulamaları devam eder. Bugün hükümetin bazı üst düzey yöneticilerinin savunduğu gibi 28 Şubat tamamen sona erdirilebilmiş değildir. 28 Şubat yasakları ne yazık ki bugün de devam etmektedir. Generallerin gözaltına alınmaları ve sorgulanmaları, darbe heveslileri için bir yargı sürecinin başlamış olması her şeyin bittiği anlamına gelmemektedir. Siyaset kurumu da bundan sonra yapılması gereken hukukî düzenlemeleri yapacak iradeyi kendinde görmeli ve millete verdiği sözünü yerine getirmelidir. Demokratikleşme açısından olumlu sayabileceğimiz bu süreçte, süreci baltalayacak bazı söylemlerin hükümet kanadından gelmesi ise Erbakanvari tavırların hükümet kanadında hâlâ etkin olduğunu göstermektedir. Meselâ, AKP’li bazı milletvekillerinin intikam çığırtkanlıkları yeni 28 Şubatları hortlatmaktan başka bir şeye hizmet etmez. “Onlar bizi kırk yıl fişledi, şimdi sıra bizde” yaklaşımları ya da “kanı bozuk”lu söylemler sanırım siyaset kitabının ahmaklıklar kısmında yer almaktadır. Her şey bir yana; dindarlık kimliğini siyaset sahnesinde kullanmaktan çekinmeyenlere, “Bu intikamcı söylemler Hz. Peygamber’in Taif macerasını bilenlere yakışıyor mu” diye sormazlar mı? Sormaktan öte statükonun devamı için bu sözleri kalkan olarak kullanmazlar mı? Bu tür söylemler, “28 Şubat’ın rövanşı alınıyor” diyenlerin elini güçlendirir. “Demokratikleşme bahane, asıl amaç rejim düşmanlığı” diyenlerin safları sıklaştırmasına yol açar. İnsan haklarına, demokrasinin özüne, hukukun üstünlüğüne vurgu yapmayan söylemler bu tür geçiş dönemlerinde farklı tehlikelere işaret eder. Meselâ; böylesine intikamcı yaklaşımlara bir de Başbakanın köşe yazarları ile ilgili sansürcü yaklaşımları eklenirse, “askerî vesayetten, yargı vesayetinden kurtulurken acaba iktidarın hakimiyetindeki bir sivil vesayete doğru mu gidiyoruz” tartışmaları artar, demokratlık gösterileri havada kalır. Demokratlık başka bir şey işte… 02.03.2010 E-Posta: [email protected] |