Yasemin YAŞAR |
|
‘Birbiriyle boğuşanlar müsbet hareket edemezler’* |
Cemiyet içindeki farklılıklar, çeşitlilikler, Allah’ın ehadiyetinin tecellileridir. Farklılıkların zenginlik olması, herkesin kendi dünyasında hissettiği bir durumdur. Zira hiç kimse tek düze bir hayattan, aynı manzaraya bakmaktan, aynı şeyleri duymaktan hoşlanmaz. Yaratıcı, ehadiyetin cilvelerini önce duygularımıza kodlamıştır. Bundandır ki, bir an önceki hâlet-i ruhiye ile bir an sonraki hâlet-i ruhiye farklılık arz eder. Bütün bu iniş çıkışlar, farklılıklar, hareketlilikler hayatiyetin işaretidir. Bilindiği gibi, hayatın merkezi olan maddî kalbin grafik göstergesinde de iniş çıkışlar, zikzaklar hayatiyeti, canlılığı işaret ederken, düz çizgi ölümü, ademi işaret etmektedir. İnsan nevînde farklılıkların bir faydası, fikirlerin çarpışması ve farklı görüş ve bakış açıları ile hakikatin bütün yönleriyle ortaya çıkmasıdır. Müsbet ihtilâflar, rahmettir, hayırdır. Farklılıkların hayır ve rahmet olması, ehl-i muhabbet insanların oluşturduğu cemiyet için geçerlidir. Eğer içtimâî hayatta adavet hâkim ise, işte o zaman bu farklılıklar, muhalefetler, ihtilâflar bırakın rahmet olmayı, tam bir zulme, kâbusa ve rezalete dönüşür. Böyle bir cemiyette farklılıklar hazmedilemez ve muhalifler birbirlerinin tahribine ve iptaline çalışır. Çünkü kalp zeminleri, adavet hastalığına bulaştığı için oradan çıkan hisler ve o hislerin davranışları, garazkârâne, adavetkârâne ve tahripkârâne olacaktır. İşte böyle ortamlardaki insanlar, birbirlerine tahammül edemezler ve müsbet hareket de yapamazlar. Bu açıdan bakıldığında, siyasî arenadaki muhalefet, hükûmet çekişmeleri aslında halk tabanındaki hastalıkların geniş dairedeki tezahürleri olduğu gibi, geniş dairenin bulaştırdıkları da küçük dairede yaşanılır olmaktadır. Yani küçük dairelerde yaşanan rezaletler, devletin zirvesinde de yaşanmakta; devletin zirvesinde yaşananlar, küçük dairelerde daha bir meşrûlaşmakta ve toplumsal ahlâkı ciddî anlamda sarsmaktadır. Erdemler, faziletler hayatımızda dirilmelidir. Aksi halde, insanlığın temelleri sarsılacaktır. Maalesef, gelinen noktada masumiyet hızla kaybolmakta ve yitirilen değerlerin yerini de hızla fesat doldurmaktadır. Çünkü güven hissinin kaybolduğu, itimadın zedelendiği ortamlar en fesat, en zulümlü ve adaletsiz ortamlardır. Sefih medeniyetin çirkinliklerinin iyice ayyuka çıktığı şu günlerde insaf düsturlarına, toplumsal empatiye, zindan-ı ataletten kurtulmaya, hâsılı yeniden insan olmaya ne çok ihtiyaç vardır. Her bir aile reisi ve şefkat kahramanı anneler tv ekranlarında çıkan rezaletlerin, çocukların ruh dünyasını tahrip etmemesi, büyük dediği insanların rezil yaşantılarını duymaması için, birer paratonel olup, koruyucu tedbirler almalıdır. Zira gözlerden, kulaklardan giren her çirkinlik zihin dünyasında, kalplerde kirlenmeler yapacak ve olumsuz hisleri büyütecektir. Müslümanlar olarak, yanlışlara yanlışla cevap vermemek bizim mizacımız olmalıdır. Muhalifi olduğumuz insanların hayatlarındaki çirkinliklere dikkat-i nazar etmemek, iyi oldu yaklaşımları sergilememek bize yakışanıdır. Çünkü böyle bir yaklaşım Müslümanların da içine düştüğü adavet hastalığının bir tezahürü olacaktır. Böyle zamanlarda insaf düsturu ile yaklaşmak, kişilerin şahsiyetlerine saldırmadan, yaptıkları kabahati zemmetmek ve kişinin yaptığı ile bütün camiasını mes’ul tutmamak gibi Kur’ân’î yaklaşımlarda bulunmak gerekecektir. Bütün yaşananlar, sefih medeniyetin mensubu insanların menfaat çatışmaları, fasıkların halleri, ehl-i adavetin psikolojik ruh halleri gibi bir çok hâl, Risâle-i Nur derslerini hayatın içinde okumamızı netice verdi. Şükür olsun ki, bizler cemiyetin hastalıklarını Risâle-i Nurlar sayesinde hem teşhis edebiliyor, hem de tedavi metotlarını biliyoruz. Diğerleri gibi mütehayyir kalıp, ne yapacağını bilmez bir halde bakmıyoruz. Risâle-i Nur Talebeleri, her zaman ve zeminde itidalin, vasatın sembolü olmuştur. Türkiye’nin geçtiği bu zor süreçlerde de, yine dindar camialardaki ifratları ve muhalif kanatlardaki şaşkınlık ve hezeyanları dengeleyecek elbette Nur Talebeleri olacaktır. Boğuşmaların olduğu, insanların belden aşağı vurup insanlık kalitesini iyice düşürdüğü ortamlar, insafın kalktığı, her türlü alçakça işlerin yapılabileceği, düşmanlık ve kinin doruğa yükseldiği anlar olması bakımından öncelikle toplumsal tansiyonu düşürecek tedbirler, müdahaleler yapılmalıdır. Burada hiç şüphesiz kilit nokta, dindarların tavırlarıdır. Gelinen noktada toplumsal empatiye ihtiyaç vardır. Fakat bu empatinin yapılmasına engel olan tarafgirlik, inat ve adavet hisleri, adalet duygularını bozmakta, insaf hislerini yok etmekte ve zulüm damarlarını harekete geçirmektedir. Böyle bir hengâmede sessiz kalmak, elbette müsbet hareket anlamında gelmez. Nemelâzım diyemeyeceğimiz hadiseler üzerinde yorumlar yapmak, kendimizi ve ailemizi bu çirkefliklerden korumak, toplumsal bilinç oluşturup güzel ahlâkı ihya etmek adına, elbette medyanın yaptığı gibi, yapılan fiili görmemezlikten gelip, mağduriyet ve komplo düşüncelerinin arkasında sığınıp hedef çarpıtma yerine, insânî zaafları nasıl frenlemek gerektiği, bunun için insanın vicdan mekanizmasının nasıl çalışması gerektiği gibi bir dizi meseleleri gündeme getirmek ve tartışmak gerekecektir. Dünyayı düzeltmeye kalkanlar önce kendilerini düzeltmelidir. İçlerindeki köpürüp duran kin, nefret, kıskançlık duygularını temizlemelidir. Kendi içini kontrol edemeyen, nefsiyle mücadele edemeyen kimsenin de vatan millet adına zaten yapacağı bir şey yoktur. Her kademedeki insan için doğruluk, emniyet ve iffet şarttır. Bir idareci bu vasıflarını kaybettiği zaman, bu ciddî bir yıkım ve sapmadır. Nitekim pek çok devletlerin yıkımı, idarecilerinin bu insânî zaaflarına yenik düşmelerinin sonucu olmuştur.
Dipnot:
* Bediüzzaman, Mektûbât, s. 259 15.05.2010 E-Posta: [email protected] |