M. Latif SALİHOĞLU |
|
Sorulara cevaplar (7) |
Karizmatik liderler, prestijli şahıslar ve yaşanan sendromlar
Suâl: Siz, şahıstan ziyade misyonu nazara veriyorsunuz. "Asıl mühim olan inanç, fikir ve dâvâdır; lider ve şahıs faktörü ikinci plânda gelir" diyorsunuz... Oysa, siyasette kitleleri heyecana getiren, meydanlara döken ve peşinden sürükleyen, karizmatik şahıs ve liderlerdir. Bu meselenin izahını yapar mısınız?
Cevap: Siyasette olsun, cemaatlerde olsun, şahıs ve lider faktörünün ziyadesiyle önemsendiği bir devirde yaşıyoruz. İster şahsın kendisi kabiliyetli, kapasiteli olsun, isterse sırf çevresi tarafından parlatılıp büyük gösterilsin, gruplar, cemaatler ve hatta siyasî partiler, genelde liderleriyle anılır hale gelmişlerdir. Bu durumun muvakkat bir getirisi ve avantajı vardır. Kitleler bir anda heyecana gelip coşar. Reytingler bir anda yükselir, tavan yapar. Kitlesel oylar, bir yükselir, bir yükselir ki, adeta gözleri kamaştırır. Ne var ki, bu zamanda şahsa bağlılığın, yani şahıs merkezli yapılanmaların kendine has bir takım ciddî riskleri, tehlikeleri ve büyük handikapları vardır. Meselâ, ancak 30–40 yılda elde edilebilen bir karizma, bir bakıyorsunuz âniden yıkılmış, yerlebir olmuştur. Doğru ya da yanlış, herhangi bir söylentiyle veya bir komplo, bir iftira, veyahut bir kaset darbesiyle, karizma dediğiniz yarım asırlık prestij kırılmış, düşmüş, yerlerde sürünür hale gelmiştir. Böylelikle, yılların emeği büyük çapta zayi edilmiş, boşa çıkarılmış oluyor. Ayrıca, şahsın karalanması, yahut çürütülmesiyle, o şahsın başında bulunduğu camia da bir bakıma karalanmış, yaftalanmış oluyor. Hele bazı gruplar var ki, eğer orta yerde köklü bir misyon ve dâvâları yoksa, çürütülen liderleriyle birlikte yıkılıp, hatta silinip gidiyorlar. (Aczimendiler gibi.) Fazla uzağa gitmeye gerek yok; yakın tarihte bile, bu anlattıklarımızın birçok misâli, örneği vardır. Demek ki, lider faktörü mühim olmakla beraber, birinci plânda fikir, misyon ve dâvâ unsuru gelmeli. Şahıs, ne olursa olsun, istediği kadar şöhretgîr, karizmatik, hatta dâhî olsun, eğer bir şahs–ı mânevî dairesi içinde eriyip onda fâni olmuş değilse, gün gelir bir hiç olur, hiç hükmünde kalır. Geçmiş asırlarda, böylesine riskli bir durum söz konusu değildi. Fakat, günümüzde şahsı çürütecek o derece kuvvetli silâhlar, etkili sebepler, vesileler, vasıtalar üretildi ki, hemen hiçkimse için güvenlik, garanti söz konusu değil artık... Dolayısıyla, şahsın başına her an herşey gelebilir. Lider konumundaki şahıslar, eskiden sadece zehirleme, ya da sûikastler yoluyla bertaraf edilmeye çalışılırdı. Günümüzde ise, bunlara yeni taktikler, yeni metotlar, hatta öldürmekten beter tertipler eklendi. Gerek Avrupa'da ve gerekse Amerika'daki bazı enstitüler tarafından hazırlanmış olan objektif raporlarda ifade edildiği kadarıyla, hedefteki şahısları çürütmeye yönelik olarak, günümüzde şu tarz metotlar da kullanılıyor: 1) Beyin yıkama metoduyla kişiyi başkalaştırma. 2) Zihin kontrol faaliyetiyle, kişiyi istenilen istikamete yönlendirme. 3) Çeşitli ilâçlarla, kişinin duygu ve düşünce dünyasını değiştirme, başkalaştırma, hatta tam tersine çevirme. 4) Siyanürle, yahut elektromanyetik müdahalelerle, beyin ve sinir faaliyetini değiştirme, başkalaştırma, zıddına inkılâp ettirme, gerekirse felce uğratma veya kişiyi mecnunlaştırma. Daha çok menfîce kullanılan bu tür müdahalelerle, meselâ, en cesur adam en korkak ve en korkak kişi en cesur bir hale getirilebiliyor. Kezâ, en namuslu adam en sapık, en cömert kişi en cimri, en kazak kişi en kılıbık, en mert adam en nâmert bir kişiliğe döndürülebiliyor... Bu tür ameliyeler, muvakkat olduğu gibi, daimî bir şekle çevirmek için de yapılabiliyor. Meselâ, M. Kemal aleyhinde konuşmuş ve hatta hakaret etmiş gibi gösterilerek Bandırma cezaevinde uzun müddet hapsedilen eski vaiz ve RP milletvekillerinden Hasan Mezarcı'ya yukarıda sıraladığımız ameliyelerden bir, ya da birkaçının uygulandığı yönünde kesinleşen görüş ve kanaatler var. Nitekim, Mezarcı'nın avukatı da aynı yönde bir kanaate sahiptir. 5816 sayılı kànun mağduru birçok kimsenin avukatlığını yapmış olan Av. Cüneyt Toraman "Mezarcı delirdi galiba?" diye soran bir gazeteciye şu cevabı veriyor: "Benim tahminim müdahale edildi. 'Zihin kontrol' falan ediyorlar ya? O tip bir şey oldu." (Zaman Pazar, 25 Ekim 2009) Vaktiyle bütün aklî ve zihnî melekesi yerinde olan âlim, vaiz ve siyasetçi Hasan Mezarcı, konuşmaları sebebiyle önce partisinden ihraç edildi, ardından hapse konuldu ve uzun süre kaldığı Bandırma Cezaevinden çıktıktan sonra, bambaşka bir sûret ve kişiliğe bürünerek, "Ben Hz. İsâ'yım" demeye başladı. Son günlerde aile hayatını sarsan, sosyal ve siyaset âlemini çalkalayan Baykal–Baytok hadisesi için de, yukarıdaki ameliyelere benzer bir müdahale yöntemi hatıra gelmiyor değil. Günümüz tertipçi ve komplocuları, hedef aldıkları kimseyi en hassas yerinden yakalayıp en zayıf yerinden vuruyor. Bertaraf etmek istediği kişiyi, ölümden beter bir cendereye sokuyor. (Bu arada, eski tetikçilerden, Vakit gazetesi eski yazarı ve 1997'de Aczimendi Müslim'in baskın gördüğü evin sahibi olan Hüseyin Üzmez'in de, içeceğine ilâç atılarak yanlış şeylere yönlendirildiği hususunun, yine avukatı tarafından A. Dilipak'a söylendiğini hatırlatmış olalım.) * * * Şimdi, bütün bu olup bitenlere bakıp düşünerek, acaba kim kendini emniyette, garantide görebilir? Acaba, bizler hangi karizmatik kişiyi, hangi siyasetçiyi, hangi fikir adamını, hangi grup liderini sinsî müdahalelerden mahfuz görebiliriz? Dest–i inâyetten ve hıfz–ı İlâhî'den başka, bizi kim koruyabilir? Şahs–ı mânevî dairesinden başka, güvenilecek, sığınılacak sağlam başka hangi daire var? Demek, cemaat (sosyal) hayatında olduğu gibi, siyaset hayatında da öncelikli değerimiz şahıs değil, fikir, misyon ve dâvâ unsuru olmalı. Kendisi de defalarca zehirlenmek sûretiyle öldürülmek istenen Üstad Bediüzzaman, Risâlelerinde defaatle "Zaman, şahıs zamanı değil; şahs–ı mânevî zamanıdır" diyerek, çağımızın şahısları çürüten dehşetli tehlikesine dikkat çekmiştir.
(Devamı var) 18.05.2010 E-Posta: [email protected] |