M. Latif SALİHOĞLU |
|
Özal'ın sırları ve katilleri |
Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ölüm hadisesi, bir kez daha tartışma gündemine getirilmiş bulunuyor. Kızı Zeynep Hanım, yüksek tirajlı bir gazeteye beyanat vererek, "Babam öldürüldü" iddiasıyla savcıları göreve çağırıyor. Dediğine göre, yıllardır aynı şeyi söylüyorlar, ancak savcılar bir türlü kapılarını çalmıyormuş. Hemen ifade edelim ki, Özal'ın eşi Semra Hanım, ilk yıllarda hiç de böyle demiyor, hatta tam tersini söylüyordu. Kendi ifadelerini aşağıda görebilirsiniz. *** Özal vefat edeli 17 sene oldu. Ne hikmetse, ilk yıllarda hiç konuşulmayan ve gündeme getirilmeyen ölüm şekli, yıllar geçtikçe daha bir dallanıp budaklanak tartışmalı bir konuya dönüşüveriyor. Tartışma konusu mâlum: Özal öldümü, yoksa öldürüldü mü? Konu bir muamma. Üzerinde kalınca bir sır perdesi var. Bir türlü de kaldırılamıyor. Gariptir: Özal çeşitli yönüyle bir sır, bir muamma şahsiyet. Meselâ, bir ara "Damarlarımda Kürt kanı var; annemin aslı Tunceli'den..." diyerek, Kürt kamuoyuna göz kırparken, aynı anda "21. asır, Türk'ün ve Türk dünyasının asrı olacak" diye meydanlarda yüksek volumlü konuşmalar yapıyordu. Keza, kendisi muhafazakâr bir geleneğe sahip iken, aile efradı "bir âlem"di; magazin gazetelerinin haber ve esin kaynağı gibiydiler. (Hoş, durum halen de pek değişmiş değil ya...) Aynı şekilde, kardeşi Erbakan'ın adamı ve kendisi de 1977 seçimlerinde MSP'nin İzmir milletvekili adayı iken, 1983'te ANAP'ı kurduktan sonra, siyaseten tam bir "redd–i miras" havasına girdi. Bunlar gibi dahi bir çok yönüyle, Özal'ın sırlar ve muammalar içinde bir hayat yaşadığını gösteriyor. Öyle ki, 1988'deki parti kongresi esnasında kendisi öldürmek kastıyla vurduran kimselerin peşine bile düşmedi. Tetikçi belliydi, ancak azmettiricilerin kim olduğunu Özal bir türlü açıklamadı. Bırakın açıklamayı, "Üzerlerine niçin gitmiyorsunuz?" diyen Fikri Sağlar'ı bile acemi siyasetçi gibi davranmakla itham etti. Şimdi, can alıcı soru şudur: Kendisini öldürmek kastıyla vurduranların bile üzerine gitmeyen, onları en azından deşifre etme cihetine gitmeyen Özal (ya da Özal ailesi), nasıl olur da onun şüpheli ölümünün sırlarını çözmeye çalışıyor? Tetikçisi belli, azmettiricisi kendileri açısından belli bir hadisenin üzerini örten, ya da örmek zorunda kalan bir irade, acaba hemen her yönüyle meçhûl bir ölümün sırlarını deşifre etmeye güç yetirebilir mi? Katillerini bulup hesaba çekebilirler mi? İnşaallah diyoruz, ama hiç ihtimal veremiyouz. Hele, bilinen bir cinayetin üzerine dahi hiç gidilmediği, yahut gidilemediği açıkça ortada iken... Zeynep Hanım, haklı olarak bu muammanın çözülmesini, meselenin vüzuha kavuşmasını istiyor. Kim istemez ki... Ne var ki, aynı şeyi en başta annesi istememiştir. İşte, yıllar önce konuya dair sarf ettiği sözler: "Turgut Bey, Türkî Cumhuriyetler seyahatinden döndüğünde, çok yorgun ve bitkin haldeydi. Ayrıca, kalp krizi geçirdiğinde ona en yakın kişi bendim. Düştüğünü fark edip yanına gittiğimde ölmüş, gitmiş olduğunu öncelikle kendim tesbit ettim. Nabzı tamamen durmuştu. Doktorun müdahalesinde, hastaneye sevkinde gecikmeler olması ayrı konu; ama, gelen şiddetli krizle zaten vefât etmişti; dolayısıyla yapacak fazla birşey yoktu." (Yeni Asya, 5/5/2002) Son olarak, çok daha garip bir açıklamayı nazara vererek bitirelim. Takip edebildiğim kadarıyla "Özal öldü mü, yoksa öldürüldü mü?" şeklinde, konuyu diline dolayarak ilk şüpheyi ortaya atan kişi, PKK lideri Abdullah Öcalan'dır. Öcalan, 1993'te "Ali Fırat" imzasıyla Özgür Gündem gazetesinde çıkan yazılarında aynı şüpheli sözleri birkaç kez tekrarlayıp durdu. Demek ki, meselenin kendisini de ilgilendiren bir yönü vardı ki, bu derece dillendirip duruyordu. Özal'ın hayatı ve siyaseti, "dört temayül" şeklinde isimlendirilen zıt kutupların aynı partinin çatışı altında barındırılamayacağının bir nevi ispatı olmuştur.
Tarihin yorumu 2 Mart 1430
Bursa'nın mânevî sultanı
Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid'in damadı olan büyük evliya Emir Sultan Hazretleri, 2 Mart 1430'da Bursa'da vefat etti. Aradan 580 yıl geçmiş olmasına rağmen hiç unutulmayan bu mübarek zatın türbesi ve onun adına yapılan külliye, bugün de yerli ve yabancı milyonlarca insanın ziyaretgâhıdır. 1368 senesinde Buhara'da dünyaya gözlerini açan Emir Sultan'ın asıl ismi "Muhammed bin Ali" olup lâkabı Şemsüddîn'dir. Bursa'ya 1391'da hicret etmiş ve rüyâsında Hz. Muhamed'in gören Yıldırım Bayezid'in kızı Hundî Hatunla evlenmiştir. Neseben Seyyiddir. Soyu Hz. Peygamberin (asm) torun Hz. Hüseyin'e dayanır. Bu mübarek insan Buhara'da doğduğu için, ona "Muhammed Buhârî", Seyyid olduğu için "Emîr Buhârî" ve Yıldırım Bayezid'in damadı olduğu için de ona "Emîr Sultan" denilmiştir. Emir Buhari ile Yıldırım Bayezid arasında geçtiği rivayet edilen pekçok hatıra ve menkıbe naklediliyor. Bunların sıhhat derecesi tam olarak bilinemiyor. Ancak, aralarında çok mânidar olanları var. Meselâ, Timur'la yapılan ve mağlubiyetle neticelenen Ankara Savaşı (1402) meselesinde, Yıldırım'ın Emir Sultan'ı dinlemediği, tavsiyelerine uymadığı ve adeta basiretinin bağlandığı rivayet ediliyor ki, bunları okuyunca etkilenmemek elde değil.
02.03.2010 E-Posta: [email protected] |