H.İbrahim CAN |
|
İranla nükleer takas anlaşması |
Dün İran-Türkiye-Brezilya’nın nükleer takas anlaşmasını imzaladığını duyduğunda Obama’nın yüzünü hayal edebiliyorum. “What the hell are they doing?” (Bunlar ne halt ediyor?) demiş olma ihtimali yüksek. Hem de daha bir iki gün önce Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un BM Güvenlik Konseyi yaptırımlar konusunda harekete geçmedikçe, İran’dan nükleer programına ilişkin kaygılara “ciddî bir cevap” çıkacağını zannetmediğini söylemişken bunlar olur muydu? Tam da Güvenlik Konseyi’ne İran’a uygulanacak yaptırımlar konusunda yeni bir karar tasarısı sunmak üzereyken. Ama oldu. Önce Brezilya Devlet Başkanı Luiz İnacio Lula da Silva İran’a geldi. Davutoğlu’nun da katıldığı yoğun müzakereler yapıldı. İran ikna edildi. Ancak takasın Türkiye’de yapılması meselesinde İran ayak dirediği için Başbakan Erdoğan gidemedi. Ta ki Pazar günü akşam saatlerinde “Tamam halledildi” mesajı gelene kadar. O mesaj gelince Başbakan Erdoğan da İran’a gitti ve dün sabah rahatlamış yüz ifadeleriyle anlaşmayı imzaladılar. Bu anlaşmayla İran, zenginleştirilmiş uranyumla nükleer enerji santrallerinde yakıt olarak kullanacağı uranyumun Türkiye’de takas edilmesini kabul etmiş oldu. Anlaşmanın ayrıntılarını bu yazıyı kaleme aldığımız esnada bilmiyorduk. Ancak görünen husus; İran’ın şimdiye kadar kabul etmediği takas şartını kabul etmiş olduğu. Bu anlaşmanın Türkiye için önemi nedir? Bu anlaşma Türkiye açısından birkaç yönden önem arz ediyor. Bunlardan ilki; Türkiye’nin bölgesinin sorunlarının çözümünde önemli bir dinamik olma konumunu güçlendirmesi. Bundan sonra bölgenin sorunlarının çözümüne ilişkin hususlarda, Türkiye’nin göz ardı edilmesi güç görünüyor. İkinci yön ise; Türkiye’nin Brezilya ve İran gibi bağlantısız ülkelerle işbirliğine girişmesi yoluyla, BM dahil uluslar arası platformlarda ABD’nin güdümünde olduğu algısının doğru olmadığını göstermesidir. Burada bir çok açıdan tartışılabilir bir artı olsa da, tamamen yok sayılması mümkün olmayan bir dış politika değişikliğinden söz ediyoruz. Üçüncüsü; Türkiye, İslâm ülkeleriyle ilişkilerini ne kadar önemsediğini, bölgenin dıştan saldırılardan korunması için elinden gelen çabayı gösterdiğini, Ortadoğu ülkeleri halklarına bir kez daha göstermesini sağladı. Filistin meselesindeki tutumu ile başlayıp, Suriye ile yakınlaşmayla süren, seçim sonrası Irak’ın istikrarı için yapılan çalışmalarla belli bir noktaya ulaşan bu algı, onlarca yıldır Türkiye’nin artık yalnızca Batılı bir ülke olduğuna inanmakta olan Ortadoğu kamuoyunun fikirlerini önemli ölçüde değiştirmiştir. Dördüncüsü; İran ile dostluk ilişkilerini daha da güçlendirecektir. Bu ilişkilerin özellikle doğal gaz ve petrol ticaretinde istikrar ve işbirliği kapılarını açması, karşılıklı ticareti güçlendirmesi bekleniyor. Beşinci ve sonuncu yönü ise; ABD ve Batı ülkelerinin artık İran’a saldırmak için başka sebepler aramak ve bundan sonra İran’la ilgili her konuda Türkiye unsurunu da hesaba katmak zorunda kalacak olmalarıdır. Bu anlaşmanın Türkiye için riski nedir? Türkiye’yi Amerika’nın gözünde, yeni dünya düzeni politikalarının gerektirdiği İran’la sürekli gerginlik dinamiğinden yoksun bırakan “rahatsız edici ülke” konumuna getirmesidir. Adeta Amerikan oyununa çomak sokmasıdır. Bunun yansımaları kısa süre içinde görülecektir. Peki, İran bu anlaşmaya uyacak mı? İran’ın bu konudaki sicilinin pek parlak olduğu söylenemez. Ülke içindeki kaynaşma ve huzursuzlukları, dış düşmana karşı birlik nutuklarıyla bastırmaya çalışan Ahmedinecad’ın sırf—bölgedeki tarihî rakibi—Türkiye ve şahsî dostu da Silva istedi diye, bu kozdan vazgeçmesi beklenemez. El altından Çin ve Rusya’nın desteğine de sahip olan İran’ın, yeri geldiğinde bu anlaşmayı kendine göre yorumlaması ya da bozması mümkündür. Umarız bu olumsuz varsayım gerçekleşmez ve anlaşma bölgedeki çatışma riskinden rahatsız olan bütün ülkeleri rahatlatır. 18.05.2010 E-Posta: [email protected] |