M. Latif SALİHOĞLU |
|
Sorulara cevaplar (3) |
Suâl: II. Meşrûtiyet döneminde siyaset meydanına çıkan Ahrarlar kimlerdir? Programları, faaliyetleri, hedef ve maksatları hakkında bilgi verir misiniz?
Cevap: Jön Türklerin 1902'de Paris'te yapılan kongresi, iki grubun çekişmesine ve nihayetinde siyaseten ayrışmasına sahne oldu. Bu gruplardan biri merkeziyetçiliği, diğeri ise liberalizmi savunuyordu. Merkeziyetçiler, daha ziyade komitacılıkla iş gören İttihatçılara meylettiler. İttihat ve Terakki Cemiyetinde birleştiler. Liberal kanadın başını çeken Prens Sabahaddin Bey ise, "Ahrar–ı Osmaniye" fikriyatını devam ettirdi. Ahrar grubu içinde yer alan şu önemli isimleri de zikretmekte fayda var: Mizan gazetesinin sahibi tarihçi yazar Mizancı Murat Bey, Nurettin Ferruh Bey ve Ahmet Fazlı Bey. Bu gruptakiler, bir süre sonra "Teşebbüs–ü Şahsî ve Adem–i Merkeziyet Cemiyeti"ni kurdu. Her iki grup da, II. Meşrûtiyetin ilânından sonra fırkalaştı, partileşti. Birbirine rakip adaylarla genel seçime iştirak etti. Bu arada, Mizan dışında Serbestî, İkdam, Sabah, Sadâ–yı Millet ve Servet–i Fünûn gazetelerinin de Ahrar Fırkasını desteklediğini hatırlatmış olalım. 1908 seçimlerinde, Ahrarların adayı diye bilinenler, hiçbir yerde yeterli oy desteğini alamadı. Buna rağmen, İttihatçıların desteklemiş olduğu adayların bir kısmı seçilip İstanbul'a geldiklerinde, İttihatçıları beğenmeyerek Ahrar Fırkasına katıldılar. Hatta, Ahrarlar kısa süreli hükûmetler de kurdular. Ancak, komitacılar tarafından kısa sürede devrildiler. Ahrarlar, en büyük darbeyi 31 Mart Vak'ası sonrasında darbeci İttihatçılar tarafından kurulan Divân–ı Harp (Sıkıyönetim) Mahkemesinde yedi. (Emirdağ Lâhikası, s. 271. YAN, 1994.) Müstebid mahkeme, İttihad–ı Muhammedî Cemiyeti üyeleriyle birlikte Ahrarların da çoğunu dârağacına gönderdi. Geri kalanlarına da çeşitli cezalara çarptırarak, onları siyaseten çalışamaz bir hale getirdi.
Hürriyet, özerklik, serbestiyet...
Hürriyet mânâsıyla özdeşleşen Ahrar Partisinin siyasî görüşünü şu tâbirlerle özetlemek mümkün: Sosyal ve iktisadî hayatta liberal, yönetimde adem–i merkeziyet, teşebbüs–i şahsî ve hiss–i rekabetin kamçılanması. Üstad Bediüzzaman, Prens Sabahaddin Beye yazdığı bir mektupta, bu fikrin güzel olduğunu, ancak bilhassa "adem–i merkeziyet" fikrinin yanlış anlaşıldığını, dolayısıyla, konjonktürel şartlar gereği bunun sakıncalı sonuçlar doğuracağını hatırlatır. Bunun tatbiki için Almanların durumunu bir medeniyet çıtası olarak gösterir. Bunun yanı sıra, aynı mektubunda "teşebbüs–i şahsî ve hiss–i rekabet"in bizi tekâmüle götürecek medeniyet makinesinin buharı hükmünde olduğunu ve hükümetlerin bu istikamette hazırlık çalışması içine girmeleri gerektiğini söyler. (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 183. YAN, 2009.)
Ahrarları dindarlarla vurdular
Said Nursî, hamiyet sahibi Ahrarların, 1908'den itibaren meşrutiyet–i meşrûânın ruhuna uygun çok ciddî bir iktidar hazırlığı içine girdiklerini, ancak onların bu ulvî teşebbüslerinin, şer odakları tarafından saf ve muhakemesiz dindarların 31 Mart Vak'asında (13 Nisan 1909) kullanılmasıyla akim bırakıldığını teessürle ifade ediyor. Gizli odaklar, o tarihte "dinde hassas aklî muhakemede noksan" kimseleri kışkırtarak, onları papağanlar gibi "Şeriat isteriz!" sloganları altında kanlı bir arenaya sürüklemişler ve bu sûretle asıl maksatlarına ulaşmışlar. Bediüzzaman, 31 Mart kargaşasında yaşanan bu hali şu sözlerle tasvir ediyor: "İslâmiyetin meşrûtiyetperver ve hamiyetli fedâileri (Ahrarlar), cevher–i hayat makamında bildikleri nimet–i meşrûtiyeti şeriata tatbik edip ehl–i hükûmeti adâlet namazında kıbleye irşad ve tam mukaddes şeriatı, meşrûtiyet kuvvetiyle îlâ; ve meşrûtiyeti şeriat kuvvetiyle ibka... etmek için bazı telkinatta ve teferruatın tatbikatında bulundular. Sonra, sağını solundan fark edemeyenler–hâşâ!–şeriatı istibdada müsait zannederek tûti kuşları taklidi gibi 'Şeriat isteriz!' demekle, hakikî maksat ortada anlaşılmaz oldu. Zaten plânlar serilmişti. İşte o zaman yalan olarak hamiyet maskesini takınan bazı herifler, o ism–i mukaddese tecavüz ettiler. İşte câ–yı ibret bir nokta–i siyah!" (Münâzarât, s. 83. YAN, 1994) Gizli münafıklar ve zındıklar, son yüz yılda genellikle hep aynı metodu kullanarak emellerine ulaşmışlardır. Ümit ve temenni ederiz ki, din kardeşlerimiz, bundan böyle o tarz sinsî tuzaklara bir daha düşmesinler.
(Devamı var)
Tarihin yorumu 12 Mayıs 1949
İsrail Devleti, BM marifetiyle kuruldu
Birleşmiş Milletler genel kurulunda, tarihte bir ilk yaşandı. Bir devlet, BM tarihinde ilk kez olmak üzere resmen tanındı. Bu devlet, Filistin toprakları üzerinde kurulan Yahudî İsrail devletiydi. 1917'den (I. Dünya Savaşı) beri adım adım Yahudilere peşkeş edilen, II. Dünya Savaşından sonra iyiden iyiye hızlandırılan Filistin'deki Yahudî yapılanması, nihayet 11/12 Nisan 1949 tarihinde meyvesini verdi. BM, bu tarihte İsrail devletini resmen tanıdığını kabul etti. Buna mukabil, aynı tarihte muhacir oluş 700 bin civarındaki Filistinlinin durumu önemsiz görülerek ortada bırakıldı. Böylelikle, Filistin toprakları üzerinde 61 senedir kapanmayan, yakın vâdede kapanacak gibi görünmeyen derin bir yara açılmış oldu. 12.05.2010 E-Posta: [email protected] |