Görüş |
Demokrasi dedikleri
Anayasa görüşmeleri devam ederken demokraside nerede olduğumuzun tesbitini yapmak hiç de zor olmuyor. Siyasî partilerin kapatılmasına dair tasarının reddedilmesinden sonra millet vekiliyle, halkıyla nasıl bir demokrasi anlayışımızın olduğunu şöyle bir örnekle anlatmak istiyorum: Bir ilçe ilköğretim okulunda öğretmenler toplantısı yapılır. Toplantının gündemi öğrencilerin devamsızlıkları ve devamsızlık süresinin kararlaştırılmasıdır. Müdür ve müdür yardımcılarının ortak görüşü yirmi gün olan devamsızlık hakkının elli güne çıkarılması ve böylece bir çok öğrencinin bir üst sınıfa geçişinin sağlanmasıdır. Ama bazı öğretmenler bu fikre şiddetle karşı çıkarlar, böyle bir uygulamanın bir sonraki sene ciddî suistimallere sebep olacağını düşünürler. Tartışma uzayınca müdür yardımcısı şöyle bir teklifte bulunur. Her öğretmen kabul ettiği devamsızlık sınır gün sayısını söyleyecek ve bunların ortalaması alınıp devamsızlık sınırı belirlenecektir. Oldukça demokratik görünen bu teklife hiç kimse karşı çıkmaz ve sayılar yazılmaya başlanır; yirmi gün artı, yirmi gün artı, otuz gün artı… En sonunda müdür yardımcıları devamsızlık sınırlarını söylerler; yüz gün, diğeri yüz gün, müdür yüz gün. Sonuç ortalama: Öğrencilerin devamsızlık hakları elli gündür. Tabiî itirazlar yükselir, ama savunma hazırdır; ”Fikir değiştirdik.” Ve bu demokrasiye uygundur. Evet söylenilebilecek fazla bir şey yok. İki dakika içinde de olsa fikir değiştirilebilir ve bu bir hak olarak bile görülebilir. Evet iken bir anda hayır olabilir. Bu olayları değerlendirirken Bediüzzaman Said Nursî’nin şu sözleri demokrasinin hassasiyetini ne güzel anlatıyor: ”Zira sizin şu vahşetengiz, cehaletperver husûmetefza olan sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehalet ejderhasından, husûmet kurtlarından biçare meşrûtiyet korkar, kolaylıkla gelmeye cesaret edemez. (...) Zira eski zamanın adamlarına benzersiniz. O nazik meşrûtiyet, İstanbul havalisindeki yılanlardan kurtulsa, şu uzun mesafeden geçmekle, cehalet gibi müthiş bataklığı, fakr gibi mütevahhiş kıraçları, husûmet gibi gayet keyşer dağları katetmekle beraber, eşkiyaya rast gelecektir.” (Münâzarât, s. 31) Evet her ne kadar demokrasi geneli memnun edecek bir sistem de olsa, bu sistemden memnun olmayanlar ve çıkarları için kullanmak isteyenler çıkabilir. İşte bu insanlar sistemin açıklarından yararlanıp, aynen Bediüzzaman Hazretleri’nin dediği gibi cehalete, düşmanlıklara ve şahsî kazançlara demokrasiyi âlet edilebilirler. Böyle bir durumda ne yazık ki, fatura sisteme kesilebilir ve insanların demokrasiye inançları, siyasete ve siyasetçiye güvenleri kalmayabilir. Bunun zararını ise yine halk, yani genel çoğunluk çeker. Çünkü her ne kadar demokrasi, ilimle, kardeşlikle, doğrulukla desteklenmesi gereken hassas bir sistem olsa da ve emek istese de, insan ve hür olmanın gereğidir. Demokrasinin olmadığı yerde bir kişi veya elit bir tabakanın hâkimiyeti olur ki, bu da baskı ve zorlamaları beraberinde getirir. Bu yüzden sistemdeki aksaklıkları ve suistimalleri düzeltmeye çalışmalı ve demokrasiye her zamankinden daha fazla sahip çıkmalıyız. Gücümüz düzeltmeye yetmiyorsa, en azından sorunun demokrasiden değil, insanlardan kaynaklandığını bilelim. Demokrasinin hakikatinin ne olduğunu anlar ve kendi hayatımızda sosyal ilişkilerimize demokratlığımızı yansıtabilirsek, kendi dünyamızda özgür oluruz ve bu özgürlük başkalarına zarar vermez. Meclise böyle bir anlayış nasıl yansır bilmem, ama en azından demokrasiyi anlamış insanlar olarak yukarıdaki müdür ve yardımcılarının durumuna düşmeyiz.
MERAL ERDOĞAN |
12.05.2010 |