Muzaffer KARAHİSAR |
|
Dünden bugüne |
“26 Ağustos 1922 de Kahraman Türk Ordusu Büyük Taarruz yaparak Yunan ordusunu Afyonkarahisar’dan büyük bir bozguna uğratmıştır. Dumlupınar’da tekrar toparlanmaya çalışan Yunan ordusu ile Dumlupınar Meydan Muharebesi yapılmıştır. Burada da bozguna uğrayan Yunan ordusu, önüne gelen köyleri yakıp yıkıp, insanları öldürüp malları talan ederek soluğu İzmir’ de almıştır. Bizim köyümüz Selkisaray Dumlupınar’ın 15 km. doğusunda ve düşmanın geçtiği güzergâh üzerindedir. Bu sebeple köyümüzde taş üstünde taş bırakmamışlardır. Ben o zaman dört yaşımda olduğum için, fazla hatırlamıyorum. Ancak hayatım oralarda geçtiğinden, savaştan sonra olanları hatırlıyorum. Dumlupınar’a 6 km. uzaktaki Çal Köy yanında Adatepe denilen ağaçlık, ormanlık yüksekçe tepeye düşman birlikleri sığınarak kendilerini savunmaya çalışmışlarsa da Türk ordusunun karşısında tutunamamışlardır. Ağaç Köy, Büyükarslanlar, Çaydere’den Dumlupınar’a ulaşarak oradaki tren istasyonundan trenle kaçmak istedilerse de, tünellerden biri ve tren yolu tahrip edildiği için İzmir’e kadar atla, katırla ve yayan kaçmışlardır. Bozguna uğramış düşman askerinin giderken bıraktıkları malzemeler, mühimmat, askeriye tarafından teslim alınmıştır. Düşman askeri kaçarken silâhların bir kısmını da ele geçmemesi için dağa, toprağa, siperlere gömmüşlerdir. Daha sonra yapılan kazılarda birçok silâh, askeri mühimmat ve malzeme çıkmıştır. O bölge hâlâ askeriye tarafından korunmaktadır” diye hatıralarını anlatıyor Selkisaray’lı 93 yaşındaki Osman Olçun... Bu gün memleketimizin her yerinden toprağa gömülmüş meçhul silahlar, mermiler, lav silâhları, askeri mühimmat çıkıyor. Bu silâhlar neyin nesidir? Nereden temin edilmiştir? Ne maksatla toprağa gömülmüş, denize atılmıştır? En önemlisi kime karşı kullanılacaktı? Bunların failleri kimlerdir? İşte bütün bu soruların cevabını bağımsız mahkemelerimiz vererek toplumu rahatlatacaktır. Osman Olçun Amca hatıralarına devam etti: “1970 li yıllarda köyümüzden şoför Fikret Kılıçaslan yeni bir minibüs almıştı. Bizi Afyonkarahisar’a gezmeye götürmek istediğini söyleyince kabul ettik. Afyonkarahisar’a geldik, gezip ihtiyaçlarımızı karşıladık. Bir de kahve almak için, pasaja girerken sivil bir polis yakama yapıştı ve kim olduğumu, ne yaptığımı vb. sorular sordu. Ben saygılı bir şekilde cevaplar verince, soruların sonunda başımdaki örgü takkeyi çıkarmamı söyledi. “Bunu giymek yasak, yakalanınca iki bin lira para cezası ve iki ay hapis cezası var! Görmemiş olayım. Başından çıkar, hemen buralardan kaybol” dedi. Yakımı oradan kurtarınca suçlu gibi, takkemi cebime saklayıp hızlı bir şekilde minibüsün yanına vardım. Baktım şoför yok. Etrafıma bakınırken benim telaşla ve merakla arandığımı gören başka bir polis, kimi aradığımı sordu. Ben de şoförü aradığımı söyleyince, Fikret isminde birisinin, başındaki takkesi nedeniyle karakola götürüldüğünü söyledi. Hemen Emniyet Müdürlüğü’ne gittim. Mazeretler söyledim. Bilememiş, bir daha olmaz. Onun köyün arabasının şoförü olduğunu, yolcuların mağdur olduğunu… şeklinde dil döktükten ve yalvardıktan sonra bana: 'Git iki bin liralık ceza parasını yatır, makbuzu getir' dediler. Gittim parayı yatırdıktan sonra Emniyet Müdürlüğü karakola yazı yazdı ve bizim arkadaş nezaretten kurtuldu. O zamanlarda Eskişehir sıkıyönetim komutanının bir baskın esnasında insanların üzerinden çıkan tespih ve takkeleri suç unsuru olarak tutanaklara geçirdiğini gazeteler yazmıştı.” Vanlı Raif Zernekli anlatıyor: “1960'lı yıllarda Akrabam Selahattin Akyıl, Van’da ticaret yaparken Erzincan’lı Rafet Kavukçu onun işyerine bir tabela yapmış. Tabelada dağın arkasından bir güneş çıkıyor, her tarafı aydınlatan bir manzara var. Altında da “Nur Ticarethanesi Selahattin Akyıl” yazılıydı. Bir gün savcının emri ile polisler geldi. İşyerinde arama yaptılar. Levhayı suç unsuru taşıdığı gerekçesi ile sökerek adliyeye götürdüler. O esnada dükkân komşusu polislere levhayı götürürken bir bezle örtmelerini söyledi. Polisler nedenini sorunca da komşu: 'Hani bu levha suçlu ya, suç unsuru taşıyor ya! Yolda giderken vatana millete zararı dokunmasın. Yolda giderken bu levhayı okuyanlar da suç işlemiş olurlar. Örterseniz zararı önlemiş olursunuz” deyince polisler kızdılar ve 'sen kendi işine bak' diye o kişiyi azarladılar. O tabelanın mahkemesi üç yıl sürdü ve sonunda berat etti.” Bu gün hâlâ daha karikatürist İbrahim Özdabak, 27 Nisan e-muhtırası Türk Malı isimli, 27.04.2010 tarihinde gazetemizde yayınlanan karikatüründe: Bir vatandaşa yanlışlıkla meçhul bir yerden gelen telefondaki konuşmanın baloncuklarında: "Laiklik elden gidiyor! Kur’ân okuma yarışması tertiplemişler… Çocuklara ilahi okutmuşlar… Kutlu Doğum şöleni hazırlamışlar…İrtica faaliyetleri artmış..." suçlarını sıralayan meçhul kişi, karikatürdeki vatandaşın: "Yanlış numara kardeşim!" demesiyle kendine gelip sesi kesiliyor. Evet dünden bugüne kadar hâlâ daha bu şekilde sorunlar, sıkıntılar, baskılar, zulümler devam diyorsa, bunlar karikatürlere, yazılara konu oluyorsa ve hâlâ daha çocuklarımız okullarına başörtüsü ile gidemiyorsa; inanç hürriyeti, insan haklarına saygı, demokrasi vb. konularda yıllardır alabildiğimiz mesafe için, elimizi vicdanımıza koyarak çok, hem de çok düşünmemiz gerekir! 01.06.2010 E-Posta: [email protected] |