Süleyman KÖSMENE |
|
İman, fısk ve inkâr-2 |
Cabir Bey: “Fâsık kime denir? Namazı keyfî olarak terk edene fâsık denir mi? Büyük günahlardan birini işleyen fâsık mıdır? İnanıp amel etmeyen kimselerin durumu nedir? Dini vecibelerini yerine getirmeyen kimselere imansız denir mi? Yoksa böyle kimseler münafık mıdırlar? Müslüman ve dinî vecibelerini yerine getiren anne babanın iman ettiği halde amelsiz çocuklarını hangi kategoriye alacağız? Böyle kimselerin imansız oldukları tartışılabilir mi?”
Dün zikrettiğimiz âyetlerin genişçe tefsirini yapan Bediüzzaman Saîd Nursî Hazretlerine göre münafıklar: 1- Allah’ı kandırmak gibi imkânsız bir işe kalkıştıkları için ahmaktırlar. 2- Çıkarlarını düşünme çabasıyla kendilerine zarar verdikleri için sefih ve akılsızdırlar. 3- Faydayı zarardan ayırt edemedikleri için cahildirler. 4- Tıynetleri pis, sıhhatlerinin madenî hasta, hayat kaynakları ölmüş rezil kimselerdir. 5- Şifa talebiyle hastalıklarını artırdıkları için aşağılıktırlar; sürünmeye mahkûmdurlar. 6- Elemden başka bir şey vermeyen bir kuvvetli azap ile tehdit edilmişlerdir. 7- İnanmadıkları halde “inandık” dedikleri için, insanlığın en aşağılık sıfatı olarak yalancıdırlar.1 Fısk, Üstad Saîd Nursî Hazretlerine göre, haktan yüz çevirmek, ayrılmak, günahta haddini aşmak, dünya hayatı ve mutluluğu için mukaddesat dâhil her şeyi feda etmektir. Fıskın kaynağı akıl, gazap ve şehvet denilen üç kuvveti ifrat veya tefrit içinde kullanmaktır. Yani bu üç kuvveti abartarak kullananlar, fıska düşerler, büyük günah işlemiş olurlar.2 Başka bir ifadeyle, büyük günahı açıktan işleyen, işlediği günahtan sıkılmayan, mahcup olmayan, günahlarıyla övünen ve zulüm yapmaktan lezzet alan kimselere de fâsık denmiştir.3 Îmânın, küfrün, münâfığın ve fâsığın tanımlarını ve sıfatlarını hatırladıktan sonra, şimdi içinde bulunduğumuz çevreye bir bakalım: Çevremizde bulunan ve îmânsız olmayan, îmânda bizi aldatmayan ve açıktan büyük günah işlemeyen Müslümanları, her ne kadar amelsiz ve günahkâr da olsalar münâfık veya fâsık diye nitelememiz, onları dışlamamız, onları kınamamız, onları yargılamamız, onları sınıflandırmamız, onları kodlamamız doğru olmaz. Doğru olan, onlar için duâ etmemizdir. Doğru olan, onlar için de, kendimiz için de Rabb-i Rahîm’den tevfîk ve hidâyetini eksik etmemesini dilememizdir. Doğru olan, onların-–bilhassa bunlar yakınlarımız ise—bağışlanmaları için Cenâb-ı Hakka niyaz etmemizdir. Unutmayalım; büyük günah işleyen dinden ve imandan çıkmış olmaz. Çünkü insandaki nefis, şeytanı her vakit dinler.4 Öyleyse fâsık, nefsine ve şeytanına aldanmış kişidir; fakat dinsiz ve imansız kişi değildir. Dinsiz ve imansız, ya kâfirdir, ya münafıktır. İmansızlığını gizlemiyorsa, kâfirdir; gizliyorsa münafıktır. Fakat gizleyen kimsenin gerçek hâlini de biz ancak Allah’a havale ederiz. İnandığını söyleyen kimseyi münafıklıkla itham edemeyiz. Müslüman ve dini vecibelerini yerine getiren anne babanın, iman ettiği halde amelsiz çocukları için neden bir kategori bulamıyoruz? Onlar şüphesiz Müslüman’dırlar. Böyle gençlerin imansız olduklarını tartışamayız. Ancak böyle gençlere karşı gerek anne ve baba olarak, gerekse arkadaş, akraba, yakın, çevre ve toplum olarak üzerimize düşen görevlerimizi yapmadığımızı tartışabiliriz. Onlara iğne batıracaksak, kendimize çuvaldız batırmalıyız. Yakınlarımıza ve çevremize karşı gerek namaz, gerek sair ibadetlerle ilgili sorumlulukları konusunda izlememiz gereken yol, özetle şu olmalıdır: 1-Elimizden geldiği kadar sevdirmek ve müjdelemek, 2-Kayıtsız tavırlarına sabretmek, 3-İbadette muvaffak olmaları için Cenâb-ı Allah’a duâ etmek. Cenâb-ı Hak cümlemize inanmayı ve inancını doğru biçimde yaşamayı nasip ve müyesser kılsın. Âmîn.
Dipnotlar: 1- İşârâtü’l-İ’câz, s. 87 2- İşârâtü’l-İ’câz, s. 215 3- Mektûbât, s. 268 4- Lem’alar, s. 78 01.06.2010 E-Posta: [email protected] |