Görüş |
Kapalı kutu
Kapalı kutu bir kenarda durup dururken, aslında merak duygusunun zilini çalıyor. “- Hey, orada mısın?” Merak; çalan zili duyduğunda ilk önce kıpırdıyor ve bakıyor sesin geldiği yöne (kapalı kutuya). “- Acaba içinde ne var? Ne olabilir? Acaba şu mu, bu mu” dedikçe “Acabalar” tren vagonu gibi art arda diziliyor. ‘Şimdi meraktan öleceğim’ ile vagonun sonunun geldiği sanılsa da, her son bir başlangıca işaret ettiğinden; merak meraklanmaya ve art arda vagonları dizmeye devam ediyor. Peki, merak kardeşin bu kadar merak ettiği kapalı kutuda ne var? Niye öyle oracıkta duruyor? Nereden gelmiş? Kim getirmiş? Kime getirmiş? Ne için getirmiş? Nasıl bir şey? Bütün bu meraklı soruların cevabı, ancak kapalı kutuyu açmakla cevaplanabilir. Ve belki üzerindeki yazılar nereden geldiğini ve kim için gönderildiğini de bildirir. Cevap arayışındaki merak duygusuyla kalkıp kapalı kutuya bakmalı, incelemeli, dokunmalı, hissetmeli, düşünmeli ve açmalı içini. Açmalı ki, dindirsin özlemini. Belki içinde birçok kitap vardır, okunmak ister. Belki, yiyecek bir şeyler vardır, tadılmak ister. Ya da gizli hazineler… Ah, keşke öyle bir şeyler olsa. Elmaslar, yakutlar, zümrütler… Hayali bile güzel. Hey gidi kapalı kutu, öyle sessiz sedasız orada dururken beni ve merak duygusunu nasıl da konuşturdun. İçindekileri görsek, herhalde şuracıkta kitap yazardık. Kitabın adı kapalı kutu olurdu. Yazarlar ise “ben ve merak”. Herhalde meraklı insanlar bu kapalı kutu kitabının da kapalı bir kutu olduğunu idrak edip, bunu da okumak isterlerdi. Okuyanlar okudukça başka kapalı kutuları ve (kapalı kutunun) içindekileri merak ederlerdi. Okudukça ya onaylar, ya eleştirir, ya da (merak duygusunun yorulduğu yerde) kapalı kutular bir kenara bırakılırdı. Meraklı bizler de nice kapalı kutularla karşı karşıyayız. Merakımızdan bazen dayanamayıp yiyoruz, bazen açıp okuyoruz, bazen kokluyoruz. Bazen biz de bir kapalı kutu olduğumuzun farkına varıyoruz. Öyle ki şu tam olarak idrak edemediğimiz kocaman kâinat kapalı kutusunda açılmayı bekleyen kutular her daim gönderiliyor. Gönderilenlerin içleri de ayrı bir merak teşkil ediyor, dışları da. Merak duygusu taşıyan her canlının yapması gereken ise merakını gidermektir. Yani bir nebze olsun bu duyguyu kullanması gerektiği yerde “emredildiği” gibi kullanmak. Merakımızı gidermek için kapalı kutular açılmalı. Kapalı kutuların nereden gönderildiğinin farkında olmalı. Kime gönderildiğine dikkat etmeli. Merak’ın sebep olduğu cevap arayışlarında buharlaşmalı. Yoğunlaşan merak duygusu gün gelir, merak denizi kervanına katılır, oradan kocaman okyanuslara. Zaten böyle olması gerektir. Zira numunelerini bu kadar merak eden, hakikatlerini merakla beklemez mi?
HAVVA YILDIRIM |
01.06.2010 |
Yunusvârî olmak
Yunusvârî olmak lâzım. Sadece O’nun kapısına gidip O’ndan istemek lâzım. Vermek istemeseydi istemeyi vermezdi. Madem istemeyi verdi. Biz de isteme hakkımızı sonuna kadar kullanmak isteyelim. Yunusvârî olmak lâzım en çıkmaz anlarda, esbâbın bilkülliye sukût ettiği anlarda sadece O’na el açıp musırrâne, muztar bir şekilde yalvarmak lâzım. Ümitle istemek lâzım. Ümitsizlik O’nun hakkında sû-i zan etmek olur. Çünkü O’nun gücü yetiyorsa ve bizi duyuyorsa—ki şüphesiz—, neden boş çevirsin elleri? Neden en güzeliyle cevap vermesin? Neden ‘’Rabbim!’’ deyip haykırınca duyarsız kalsın. Hazine-i rahmetinden sunmasın? Sebeplere takılıp Müsebbibü’l-Esbab’dan yüz çevirmek, sebepleri yaratanın da O (cc) olduğunu unutma gafletine düşmek ve sebeplere başvurduktan sonra tevekkül etmemek... Ne kadar yorucu, ne kadar ağır bir hâldir bu! Bütün yükü omuzuna almak, çileyi tek başına sırtlamak! Başa gelen musibetlerin melekût cihetine bakmadan mülk cihetine takılıp kalmak… Bütün kâinatla alâkadar olmak, gaflet hâliyle taşınmaz bir yük. Oysa Allah, insana gücünün fazlası yük yüklemez. Allah’tan bir anlık gaflet, peygamberi, öyle bir hâle soktu ki! Sebepler bilkülliye sukût etti. Ve Rab, gafilliğin cezasını sadece kendisine başvurma yolunu göstererek verdi. Böyle bir cezaya bin kez razı olmak lâzım! Sadece fiilî duâya başvurduğumuz zaman, bazen hemen duâmız kabul olmaz. Çünkü Rabbimiz lisan-ı kalle de duâ ister. Sebeplere başvurmaktaki amaç da O’ndan istemektir zaten. Ama lisan-ı kal hâlis bir isteyiştir. Sadece O’ndan istemektir. Bazen bütün kapılar kapanır. Allah sebepler kapısından değil de, direkt kendisinden istenilmesini ister. Yunusvârî olma zamanı gelmiştir artık. Nefse zulmettiğini anlayıp, O’na iltica edip, sahil-i selâmete minnetsiz çıkabilmeyi istemeyi bilmek. Ve bu isteyişe mazhar olmak büyük lütuf. İsteyebilmek, el açmak, Rabbine yakarmak, isyan etmemek… Duâsını kabul olsun diye değil duâ vakti geldiği için duâ etmek, sabırla duânın cevabını bekleyebilmek, halis bir şekilde duâ etmek, el açmak… Allah’ın kula kendisine yakın olması için davetidir aslında. Musibet O’na dönmek için atılan bir taştır. O taşın atılma nedenini Yunusvârî iyi bilmek lâzım. İnsanların ‘’Artık bu iş olmaz, imkânsız’’ dediği zamanlarda dahi, O’nu anmak. O’ndan istemek. O’ndan gafil olmamak. Duâya engel olan sebeplerin dizgininin de O’nun elinde olduğu şuurunda olmak lâzım. Bütün güçleri yaratan ve en güçlü olan varken, gölgelere yapışmak, el etek öpmek, boğazı sıkılmışken ayak öpmek… Rabbe yapılan vaade ihanettir bu. Çünkü ‘’Her gün namazda 40 defa bütün minneti O’na sunarken, insanlara el açmak, istemek, dilencilik etmek mü’mine yakışmaz. Minnet O’nadır. O’ndan istemeli. O’na minnet etmeli… “Bütün kâinatla alâkadar olmaktansa ve her şeyin minnetine girmektense ve bütün esbap ve vesâite el açıp arz-ı ihtiyaç etmektense, bir Rabb-i Vâhid, Semî ve Basîr’e iltica etmek daha rahat ve daha kârlı değil midir?’’ (Mesnevî-i Nuriye, s. 59) Ve başka şeylere müracaat etmek hem kalben hem bedenen yorgunluktur ve Rabbin kula darılmasıdır. Kâinata dilencilik edip titremektir. Vakur duruşunu yitirmektir.‘ Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma. Onlara tezellül edip minnet çekme. Onlara temellûk edip boyun eğme. Onların arkasına düşüp zahmet çekme. Onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir. Her şeyin anahtarı Onun yanında, herşeyin dizgini Onun elindedir. Herşey Onun emriyle hâlledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.’’ (Mektubat, s. 219)Ve Yunusvârî haykırmak istiyorum: “Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.” (Enbiyâ Sûresi: 87.) Ve Mevlânâvârî! Yalnız birini çağırıp, isteyip, talep edip, görüp ve biliyorum. Birini söylüyorum!
HATİCE DURAK |
01.06.2010 |