Ahmet DURSUN |
|
27 Mayısların fotoğrafı |
Yıldönümleri önemlidir. Hele bazı yıldönümleri vardır ki, riyakâr ve yalakaların tarih karşısındaki yüzsüzlüğünü ortaya döktüğü için daha da önemlidir. Meselâ Çanakkale Zaferi’ni şaşaalı törenlerle anarken ellerimiz çatlayıncaya kadar alkışlarız, boğazımız yırtılıncaya kadar nutuklar çekeriz, sahte alkışlarla sahte çiçeklerle anarız şehitlerimizi. Aziz şehitlerimizin uğruna canını verdiği değerlere sahip çıkamayanların, bırakın sahip çıkmayı bu değerlere savaş açanların şehitlerimiz için sözde methiyeler düzmeleri ne trajikomik bir riyakârlık fotoğrafıdır. “Bugün 27 Mayıs’ın 50. yılı” diye başlayarak bu meş’um darbeyi tel’in hareketine dönüşen tartışmalarda, sözümona feryatlarda bu fotoğrafa rastlamak, bu toprakların genine işleyen bir dalkavukluk ve ikiyüzlülük kodlarından olsa gerek. 27 Mayıslar; zulmü abad etmek isteyenlerin karşısında “Zalimler için yaşasın cehennem” diye haykıran, bu milletin uğruna kanını döktüğü, canını verdiği mukaddesatını nisyana mahkum etmek isteyenlerin azgınlığını gemleyen, “Bu sarık bu başla çıkar” diyerek şeaire “füruat müruat” tartışmalarına girmeden sahip çıkan bir İslâm kahramanının yanında yer alamayanların, bu mertçe duruşları yalnız bırakanların da eseridir. “B…tan Rıfat” adıyla imzalanan tarihî belgeler, “kahrolası hanedeki evlad u ıyal”e yüklenen günahlar, günü kurtarmak adına darbelere düzülen methiyeler, selâmlanan askerler, öpülen postallar levh-i mahfuzda “zındıkaya alet olanlar” şeklinde yazılmıştır bile. Zulmün kol gezdiği, insan şeref ve haysiyetinin ayaklar altına alındığı devirlerde bırakınız İslamiliği; insanî bir duruş sergileyemeyenlerin bugün demokrasi havarisi kesilerek mangalda kül bırakmamalarını samimiyetin hangi karesine koyabilirsiniz? Üstad’ın vefatından kısa bir süre sonra gerçekleşen 27 Mayıs darbesi bu topraklarda gelenekselleşen bir anlayışın dibacesi olmuştur. “Ben yaparım olur, benim gibi düşünmeyenlerin, benden olmayanların yaşama hakkı yoktur” şeklinde özetlenebilecek bu anlayış milletin canına ot tıkamak için bundan sonra her on yılda bir hortlayacaktır. Zındıklığı yüzlerine vurulanlar, hayattayken başını öne eğdiremedikleri Bediüzzaman’ı mezarında bile rahat bırakmamıştır. Oysa tarumar edilen yalnız bir mezar değildir. Topyekün bir mazi, topyekün bir diriliştir mezara konulmak istenen. Millete meydan okumak üzere kurulan darağaçlarına meydan okuyacak Said yoktur; ama… “Ama”ların başladığı yer artık farklılıkların da başladığı yerdir; başkalaşmaların, bir öylelerin bir böylelerin, tefe’üllü tevillerin adresidir. Bugünkü 27 Mayıs zihniyeti, anayasa değişikliğine karşı çıkarken “Sizin darbe anayasası diye eleştirdiğiniz 82 Anayasası milletin yüzde doksan ikisinin hüsnü kabulüne ve teveccühüne mazhar olmuştur. Yüzde doksan üç kabulle geçmeyecek bir anayasayı kabul etmiyoruz” şeklinde demokratik! bir söylem geliştirirken insanın sorası geliyor: “Bu işte matematiksel bir çelişki var; zira bugün çoğunlukla darbeleri lanetleyenler o gün hangi saftaydı acaba? Darbeyi meşru kılan bir anayasaya böyle bir teveccüh nasıl oluştu? Bugün Türkiye’nin demokrasi şahlanışından söz ederken, bu şahlanış karesinde görünmek hevesiyle ısrarla Menderes, Özal ve Erdoğan çizgisinden bahsedenler, ısrarla bir ismin ve bir mücadelenin üzerini çizenler o gün neredeydiler; Bediüzzaman tavrı gösterebilenlerin içinde miydiler acaba? Namık Kemal gibi, “Kaçar mı merd olan bir can için meydân-ı gayretten” diyerek insanlık duruşunun yanında yer alabildiler mi? Kısacası yüzde doksan ikinin içinde miydiniz dışında mıydınız? O günlerde ben çocuktum, bilenler bana da anlatsın da ben de bir göreyim 27 Mayısların fotoğrafını… Madalyonun hem önünü hem arkasını... 01.06.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (25.05.2010) - CHP kemâle erdi mi? (20.05.2010) - Fakir ve onurlu efsane: Bursaspor (22.04.2010) - Bu toprakların çocukları (15.04.2010) - Türkiye Bağnazlık Akademisi |