Saliha FERŞADOĞLU |
|
Kitap kurdu |
En sevdiğimiz elma ağacının altına oturmuş sana bir mektup daha yazıyorum. Belki bana kızacaksın, ilk mektubuma cevap yazmana fırsat vermeden seni hatıraların top atışına tutuyorum; belki özlemler yollayacaksın, paylaştığımız aynı gökyüzüne bakıp her bir şahabın ardından dilek tutarken. Huyum kurusun! Yalnızlık böyle vuruyor insanın başına. Sen gittikten sonra Tuana, herkes ayrıldı bir bir buralardan. Kimi senin gibi üniversiteyi kazanıp, büyük şehirlerin çalkantılı, keşmekeş hayatında kaybolup yitti; kimi ruh eşini bulup bambaşka bir şehirde hayat kurdu; kimisi ebedî yolculuğu için toprağın altında beklemeyi tercih etti. Ben ise, buraların garip bekçisi, ruhumdan bağlanmış bir kementle bu sessiz sahil kasabasında denizden geçen gemilere bakarak günlerimi tüketiyorum. Bak, aklıma ne geldi! Küçükken dallarından sayısız meyveler kopardığımız elma ağaçlarının altında oyunlar oynarken, büyüyünce ne olacağımıza dair hararetli sohbetler yapardık. Ben kanatlarını sonsuzluğa açmış, hiç yorulmadan milyonlarca kez pike yapan bir kuş olmayı dilerken, sen bir kitap kurdu olmak istediğini söylemiştin. Hepimiz çok şaşırmıştık; hatta günlerce alay etmiştik seninle. Neredeyse varlığını bile fark edemediğimiz küçücük bir kurt olma isteğin pek bir tuhaf gelmişti bize. Ama onca alaya karşın sadece omuz silktin ve şairin dediğini kararlı bir ses tonuyla söyledin: Ben büyük şarkıları severim, büyük olsun! O günden bugüne ne çok şey değişti; ben kanatlarını kısmış bir kuş oldum, uçmayı öğrenemedim bile. Ya sen, o küçücük kurtçuk, devasa kütüphanelerin içinde ilim öğrenme yolunda azimle gece yarılarına kadar ders çalışırken, meleklerin kanatları altında inşirah buluyor, gölgeleniyordun. Tabi ki çalışmalarının semeresini ünlü bir akademisyen olarak aldın. Şimdi ülkeden ülkeye konferans ve seminerler vermek için gittiğini gazetelerden okuyor; başımı sallayıp gülümsüyorum. Nasıl bilebilirdim bu kadar ileri görüşlü olacağını? Sana payanda olacak pek çok şey vardı. Meselâ ders çalışmaya başlamadan önce Peygamberimizin (asm) şu duasını okurdun, biz de “âmin” diyerek eşlik ederdik: “Allah’ım ürpermeyen kalpten, kabul edilmeyen duadan, doymayan nefisten, fayda vermeyen ilimden sana sığınırım.” Bir de duvarlara yazıp astığın sözleri hatırlıyorum. Hele bir tanesini bugün dahi hiç unutamam; şu meşhur Hilton otellerinin sahibiyle yapılmış bir mülâkattan kesip yatak odandaki duvara asmıştın. Sonra defalarca yüksek sesle okuyup, zihnine kazımıştın: “Başarılı insanlar sürekli uğraş içindedirler; hata yaparlar, ama vazgeçmezler.” Sanırım kaçırdığımız en önemli nokta buydu. Bizler, yenilgilerimiz karşısında çabucak pes edip bir kenara çekiliyor, sonra da kaderimize lânetler yağdırıyorduk. Başarısız olduğumuz için kendimizi suçluyor, gizli benlik dâvâmızda nefsimizle yarışıyor; hâşâ Yaratıcıyı aradan çıkarıyorduk farkında olmadan. Azimle sebat etmek yerine, esrik bir rüzgâra kapılıp bütün ideallerimizden, hayallerimizden cayıyorduk. Tozpembeden nefti bir lekeye dönen düşlerimize baygın gözlerle el sallarken zamanla paslanıyordu beynimiz, fikirlerimiz, bedenimiz. Kaybetmenin acısıyla fenalaşıp, besbeter bir insan haline dönüyorduk. Tevekkülün sırrını unutunca, her şeyimizi menfur addediyorduk. Kendimi mi anlatıyorum sana? İtiraflarla dolu beher satırları okurken sıkılmış olmalısın. Bu mektubu gönderip göndermeme konusunda tereddüt ediyorum şu anda. Bir nebze cesaret bulabilirsem, gönderirim. Şimdilik hoşça bak zatına… 28.05.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (19.05.2010) - Geçmiş zaman olur ki (12.05.2010) - Acılar ve güller (21.04.2010) - Düşler diyarında (14.04.2010) - Gülerken ısırılmak (07.04.2010) - Cevabını arayan soru |