Yasemin YAŞAR |
|
Adalet, Allah’a ibadetle başlar |
(İbadet yazıları - 2)
İbadet merkezli olması gereken dinî yaşantı, kâinatta bir düzenin varolduğuna inanmak ve düzenle uyum içinde yaşamaya çalışmak demektir. İnsanın nihayetsiz arzuları ve nihayetsiz düşmanları vardır. Bu arzu ve düşmanlara karşı, bir nokta-i istinat ve bir nokta-i istimdada ihtiyacı vardır. Her şeye hâkim olma arzusuna sahip olan insan, kendi vücudundaki sistemi kontrolden âcizdir. Maddî ve mânevî ihtiyaçlarının bir zerresini bile karşılayamayan insan, kendini güvende hissedemez. İşte tam bu noktada her şeyi bilen, her şeyin dizgini onun elinde olan Sonsuz Kudret ve Zenginlik sahibi olan Allah’a inanma ve sığınma ihtiyacı hisseder. Bu ihtiyacını en güzel şekilde tatmin ettiği an, ibadet anlarıdır. Adeta, rûhî dinginliğin yakalandığı bu anlarda, Biri var, beni işitiyor, beni biliyor, benim her maksudumu karşılamaya muktedir, hem düşmanımdan emin edecek kadar kuvvetli olduğu inancı ile insan, korkularından kurtulur. Bu coşku ve güven ile iç huzuru yakalar. İşte insana bu düşünceleri hissettiren, yaşadığı hayat içerisinde, akıp giden anları arasında, ibadete tahsis ettiği vakitlerdir. Yaratıcının ibadet emri altında kulunu kendine yakınlaştırmak isteği bulunmaktadır. Çok çabuk gafletle dünyaya dalan insan, Yaratıcısını dünya meşgaleleri içerisinde çok az hatırlamaktadır. Kullarını en iyi bilen Yaratıcı da kulluğu hatırlatmaya olan dâvetini gün içerisine beş vakte serperek emretmiştir. İnsanın ruhsal dinginliği yakalaması, enfüsî ve âfâkî tefekkürünü gerçekleştirmesi, şükrü yerine getirmesi gibi anlamları içerisinde barındıran ibadetler ile insan, emr-i İlâhînin içerisinde peşin ücreti daha bu dünyada almaktadır. İbadetler kusurların farkına varıp arınma, temizleme iradesi ile başlar. İradesini iyi şeyler yapma niyetiyle planlayan insan ise, meyillerini temyiz edip hayırlı tercihler ortaya koyar. Böylelikle zihin faaliyetleri rıza-yı İlâhîyi kazanmak noktasına sevk edip, kalbini muhabbetullahla doldurur ve yaratılanı Yaratandan ötürü sevmeye başlar. Her şeyden önemlisi de onu Yaratanın onun her hâline nazar ettiğini idrak eder. İbadet insanda iyilik güzellik ve doğruluk düşüncesine kuvvet veren bereketli bir kaynak ve nefsin kötülük meylini kıran, iyiliğe çeviren sırlı bir iksirdir. “Duâ ve tevekkül meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tövbe dahi meyelân-ı şerri keser.” (Sözler, s. 432) İnsan sürekli denge halinde olmalıdır. Sınır konmamış kuvveleri dengeye çekmek hiç şüphesiz fazilet değerlerine sahip olmaktan, iman, inanç ve ahlâkî değerlerden geçer. Adalet ve ibadet birlikteliği müsbet hareketi ortaya çıkarır. Adalet, ahlâkî bir kavram olarak düşünüldüğünde davranış ve hükümlerde doğru olmak hakka göre hüküm vermek anlamındadır. Adalet ve ibadet iç içe kavramlardır. Daha doğrusu biri diğerinin lâzımıdır. Adalet, hak temeline dayandığı için insanın önce Yaratıcısına ibadetle hakkı yerine getirmesi gerekecektir. Yani adalet, Allah’a ibadetle başlar. Daha sonra insan hakları ve diğer mahlûkât hakları gelir. İnsan önce hukukullaha riâyet ettiği zaman diğer hukuklara da saygılı olur. Aksi düşünüldüğünde, Allah’ı tanımayana her şey düşman olacaktır. İnsanlar nefislerinde ne derece adaletli olurlarsa âfâkî dairede de muamelâtlarında da o derece adaletli olurlar. İmam-ı Gazali’ye göre muamelattaki, siyasetteki adalet nefsin ahlâkına bağlıdır. Nefsin ahlâkı ise insanda hüküm süren ve sınır konmamış kuvvelerin vasatta kullanılması ile mümkündür. Zaten Adl ve adalet sırat-ı müstakîm denen şecaat, iffet ve hikmetin mezcinden hâsıl olmasıdır. (İşârâtü’l-İ’câz, s. 29) Yani had konmayan kuvvelerin vasat halde olması adaleti netice verecektir. İnsan ibadetlerin sağladığı iç disiplin ile, iffetli, hikmetli, şecaatkâr, yani ahlâklı ve adaletli davranışlar sergiler. Bu davranışlar da müsbet hareketlerdir. İslâmiyet had konmamış şehvet ve gadap kuvvelerinin yok edilmesini değil, her ikisine hâkim olup, Yaratıcının rızasında kullanmayı emretmektedir. Şehvet ve gadap bir avcının köpeği veya askerin atı gibidir. Amacını gerçekleştirmek için köpeğini ve atını öldürmek yerine bunları terbiye ederek faydalanması lâzımdır. Dolayısıyla bu ikisi olmadıkça ahiret nimetleri kazanılmaz ve insan mukadder olan kemâlâta ulaşamaz. 22.05.2010 E-Posta: [email protected] |