Mikail YAPRAK |
|
Taşlar yerine oturursa... |
Dünyada yerine oturmayan o kadar çok taş var ki, böyle devam ederse kıyametin kopmasını çabuklaştıracak, taş taş üstünde bırakmayacak ve eğer yerli yerine oturursa kıyamet vaktini izn-i İlâhî ile erteletecek kadar çok.. Herşeyden önce de İslâmiyetin doğru zeminini bulması, imanın kemale ermesi, iman ve İslâm alanında taşların yerli yerine oturması lâzım. Bu da ancak Resûlullah’ın saadet asrına mânen ve imânen rücû etmekle olur. Fuzulî’nin,—Resulullah aşkına—"başını taştan taşa vurup gezen avare su“yu gibi, hakikat avare olmuş, başını taştan taşa vurup dolanıyor. Kıt’alar dolaşıyor. “Taklidi kırılmış ve teslimi bozulmuş bu asırda" Bediüzzaman’a verilen hakikat ilmi... Evet, Resûl-i Ekrem Efendimizle manevî murakabesi ve talebiyle kendisine verilen hakikat ilmi, Kur’ân ilmi bugün risâle risâle dünyayı dolaşıyor, kıt’alar aşıyor. Hakikatı âleme ulaştırma yarışında büyük bir mevki kazanan gazetemiz, "milyonların imanını kurtaran eser" ünvanıyla Tabiat Risâlesi’ni âlemin aklına ve vicdanına havale ediyor. Bir yandan da bu eserin yedi milyara ulaştırılması gayretleri sürüyor. Bu büyük bir gaye, büyük bir dua. Cenâb-ı Hak bu duamızı kabul eylesin. Hem zaten, "Tesadüf, şirk ve tabiattan teşekkül eden fesat şebekesinin âlem-i İslâmdan nefiy ve ihracına, Risâle-i Nur’ca verilen karar infaz edilmiştir." Bize düşen, dua, gayret ve hizmet olmalı.. Muhabbetle ve şevkle.. ««« Kâinatta herşey kendi rayında, kendi yörüngesinde ve kendi istikametinde seyrederken, herşey şevk ve cezbe içinde kendi vazifesini yaparken, şu insanoğluna ve insanlık âlemine bakınız ki, sonsuz kudrete başkaldırırcasına, isyan bayrağını çekercesine imanın ve aklın aksine alabildiğine ters istikametinde bir düşüş ve bir kudurmuşluk var.. Halen insanoğlu dünyadan ve hayattan nasibini alabiliyorsa, halen havayı solukluyor, hayatı tadabiliyorsa ve halen Rahman’ın iltifatına mazhar olabiliyorsa, muhakkak ki bu Kur’ân hürmetinedir, Kâbe hürmetinedir. İman ve Kur’ân yolunda seferber olanlar, hizmet ve ibadet istikametinde gecesini gündüzüne katanlar hürmetinedir. Bunun az buçuk farkında olanlar, bunu yüreklerinde hissedenler, hangi dinden olursa olsun, hangi inancı taşırsa taşısın, İslâma ve Kur’ân’a saygılıdır. Kendi ülkesindeki, kendi yanındaki Müslümana hoşgörülüdür. Bozuk olmayan, tefessüh etmeyen Avrupalı da böyledir. Ezan sesine itiraz etmez, camilere kızmaz, Müslümana yan bakmaz. Rast geldiği yerde onların ibadetlerine imrenir, namaz kılışlarını hayranlıkla seyreder, Kur’ân sesine kulak verir. ««« Türkiye’de ve dünyada bir alan vardır ki, orada taşların yerli yerine oturması bir yana, neredeyse taş kalmamıştır, sağlam zemin kalmamıştır. Bataklık olmuştur. Bu alan da, hiç şüphesiz yalancılık üzerine müesses olan siyaset alanıdır. Taşları yerli yerine oturtmak için dünyayı dolaşan "hakikat suyu" bu alanda kendisine akacak mecra bulmakta zorlanıyor. Her yerinden kalkan, bilip bilmeden hakikatı bu alana tatbike yelteniyor ve her defasında yanılıyor, ne garip ki yanıldığını da itiraf edemiyor. Hakikatı bu alana tatbik etmek, her meseleye Kur’ân nuruyla bakan Bediüzzaman’ın kârıdır ki, şöyle diyor: “Kafile-i beşer bir yolculuktur. Şu zamanda Kur’ân’ın nuruyla gördüm ki o yol bir bataklığa girdi. Mülevves (pis) ve ufunetli bir çamur içinde kafile-i beşer düşe kalka gidiyor.” (Mektubat) “Mesleğimizin esası olan ihlâs bizi (siyasetten) men ediyor. Çünkü bir gaflet zamanında, hususan tarafgirane mefkûreler sahibi, herşeyi kendi mesleğine alet ederek, hatta dinini ve uhrevî harekâtını da o dünyevî mesleğe bir nevî alet hükmüne getiriyor. Halbuki hakaik-ı imaniyye ve hizmet-i nuriye-i kudsiye kâinatta hiçbir şeye alet olamaz. Rıza-i İlâhîden başka bir gayesi olamaz. Halbuki şimdiki cereyanların çarpışmaları hengâmında bu sırr-ı ihlâsı muhafaza etmek, dinini dünyaya alet etmemek müşkülleşmiş. En iyi çare, cereyanların kuvveti yerine inayet ve tevfik-i İlâhiyeye dayanmaktadır.” Evet, yukarda geçen "Hatta dinini ve uhrevî harekâtını da o dünyevî mesleğe bir nevî alet hükmüne getiriyor" durumundan talebelerini kurtarmak için, 1950’den sonra Bediüzzaman, siyasette "muktesit meslek" olan "ehven-i şer" tercihine işaret buyurdu ki, o hâlâ geçerlidir ve her zaman geçerli olacaktır. ««« Bakınız İngiliz The Times gazetesi şu enteresan görüşe yer verdi: "Recep Tayyip Erdoğan’ın başında bulunduğu ılımlı İslâmcı hükümet ile ordu arasındaki mevcut mücadele bir darbeyi provoke ederse veya siyasî ya da dinî şiddeti kışkırtırsa eğer, Batı için, bölgesel istikrar için ve bu yükselen ekonomik gücün umutları için oluşturacak kayıplar, hesap edilemez." Bak sen şu İngiliz desisesine. Provoke tehlikesine dikkati çekerken, kendisi provoke ediyor, hükümete "ılımlı İslâmcı" damgasını vurmakla.. Anlaşılan odur ki, bilhassa siyaset alanında taşların yerli yerine oturması için, bilhassa Nur Talebelerine büyük vazifeler düşüyor. Herşey silbaştan... 20.05.2010 E-Posta: [email protected] |