Faruk ÇAKIR |
|
Başörtülüleri tesettüre dâvet |
En başta üniversiteler olmak üzere ‘kamusal alan’da uygulanan ‘başörtüsü yasağı’ beraberinde yeni tarz tesettür uygulamalarını da getirdi. Kanunsuz yasağı savunanlar, başörtüsüne ‘siyasî simge’ diyerek karşı çıkıyorlar. “Sizin anlayışınıza göre ‘simge’ olmayan, ama ‘tesettür’ü temin eden bir ‘örtü şekli’ni ortaya koyun, o uygulansın” denildiğinde de ‘sağır sultan’ olmayı tercih ediyorlar. İslâmın farz kıldığı ‘tesettür’ün ne olduğu âyet ve hadislerle 1400 yıl önce ortaya konulmuştur. Adı ve şekli ne olursa olsun, bir giyim tarzı ve bir ‘örtü’ gerçek anlamda ‘tesettür’ü temin etmiyorsa, onu savunmak mümkün değil. Dolayısı ile “Türban mı, başörtüsü mü?” gibi bir tartışma mütedeyyin insanların gündemini meşgul etmez. Tartışmalar karşısında tavrımız; “İslâmın çizdiği ölçülere uyan tarza evet, uymayana ise hayır” şeklinde net ve açık olabilmelidir. Hadisenin ‘yasakçılar’ nezdindeki yansıması bir yana, mütedeyyin insanların tartışması ve dikkat etmesi gereken noktalar da var. Son yılların hastalığı haline gelen dünyevîleşme ve ‘inançlardaki aşınma’ sebebiyle çoğu yerde ‘örtü’nün gerçek anlamda ‘tesettür’ü temin etmediği görülüyor. “Kötülükleri yaymamak için” tekrarlamaya gerek yok, ama tesettüre riâyet etmeyen ‘örtülüler’ her yerde var. Hadisenin bu noktaya gelmesinde elbette hepimizin kabahati var. Maksadımız tesettüre riayet etmeyen ‘örtülüler’i kınamak değil. Çünkü bu problem hepimizin problemi ve hepimizi yaralıyor. Çare aramak ve bulmak mevkiinde olduğumuz için ‘örtülüler’i gerçek anlamdaki ‘tesettür’e çağırmalı ve dâvet etmeliyiz. Başı örtülü bir kızımızın, kolu ve boynu açık olabilir mi? Olursa buna ‘tesettür’ denilebilir mi? Başı örtmek, her halde tesettürü ‘taçlandırmak’ anlamındadır. Bu bakımdan başörtülüleri tesettüre dâvet etmek anlamsız değil, aksine çok anlamlıdır. Çünkü onlar aynı zamanda ‘örnek’tir. Bu hallerini muhafaza edebilmeleri için ‘tam tesettür’e örnek olabilmeli ve öyle de kalabilmelidirler. Havaların ısınmasıyla birlikte alışık olunmayan ‘örtülü’lere daha çok rastlanıyor. Elbette bizi üzen sadece ‘tesettüre uymayan örtülü hâl’ler değil. Buna ilâve olarak uygun olmayan ‘hal ve tavırlar’ da söz konusu. Tekrarlayalım: Bu haller ne yazık ki evlerimize kadar sirayet etmiş durumda. Birilerini suçlamadan önce ‘kendimiz’e bakmamız gerektiğinin farkındayız ve bunu da yapmaya çalışıyoruz. En önce aile efradımızı ve camiamızı böyle yanlışlara düşmekten koruması için Allah’a duâcıyız, yalvarıyoruz. Mütedeyyin camianın, sergilenen yanlışlar karşısındaki suskunluğunu ve vurdumduymazlığını da anlamakta zorlanıyoruz. Nasıl olur ki, “Hiçbir ‘tehlike yok’muş gibi” davranılabilir? Nerede milletin imanını kurtarmak için yola çıkan cengâverler, mücahidler, âlimler, fazıllar, hocalar, hacılar, müftüler? Niçin imkân ve fırsat varken ve hastalık bünyenin her yerine sirâyet etmeden ‘müdahale’ edilmez? İnanın, geçen ‘mütedeyyin’liğiyle ün yapmış bir ilçedeki bir dâvete katılmam icap etti. Salona giderken nerede olduğumu şaşırdım... “Müslüman Türkiye”de ‘şaşırmak’ istemiyoruz. Allah’ım, bizi “sırat-i müstakîm”den ayırma. Âmin. 20.05.2010 E-Posta: [email protected] |