Görüş |
VAN VE NURS NOTLARI “KEMERLERİNİZİ bağlayın inişe geçiyoruz” anonsu ile camdan baktığımızda; Van Gölünü, Vanlılarca gönülleri gibi derya olan, Van denizini gördük, hatta Yenisiad Derneği başkanımız Ömer Şevket Sipahi Bey; “Göle mi ineceğiz?” diye lâtîfe ettiğinde, göle değil de, cömert Vanlıların gönlüne indik. Şevket Bey’in müşterisi ve dostu olan Ayhan Bey bizleri karşıladı, cömertliği ve kardeşliği ile bağrına bastı. Cuma namazımızı eda etmek üzere, Vanlı kardeşlerle birlikte, Van kalesi civarında, yani; Eski Van, dedikleri sur içindeki, iki camiden biri olan ve Mimar Sinan tarafından inşa edilen, ertesi günü de resmî açılışı yapılmış olan; Hüsrev Paşa camiinde eda ettik. Selçuklular tarafından yapılıp, daha önce ibadetler edilen ve şimdi ibadete kapalı olan, boynu bükük Kaya Çelebî Camii de İnşâallah yakın bir zamanda ibadete açılır. Namaz sonrasında eski Van Kabristanlığında medfûn bulunan, kahraman Çaycı Emin Ağabeye ve kabristanlıkta yatan bütün mü’min ecdadımıza dualar ettik. Van Yeni Asya temsilcisi, Şehabeddin Ağabey ve Çaycı Emin Ağabeyin torunu Ahmet Çayırlı Ağabeylerin mihmandarlığında Van Kalesini ziyaret ettik. Önce, gürül-gürül çağlayan Horhor suyunu ve daha sonra, kale dibinde, yeşillikler içinde kalan, o zamanda içerisinde ilmî müzakerelerin yapıldığı ve şimdi harabeye dönmüş Horhor Medresesi’ni ziyaret ettik, Nur Cemaâtleri’nin ittihadı ve iştiraki ile restore edilip, tarihe kazandırılmayı ve yine içinde, ilmî sohbetlerin ve derslerin yapılacağı günleri beklemekte ve bizler de o günleri görmeyi Cenâb-ı Hak’tan dua ve niyaz ediyoruz. Yine aynı cepheden baktığımızda, kalenin tepesinde, Kahraman Üstadın menzilciği mağara ağzı ve mağaradan çıkarken ayağı kayması neticesinde düşerken “Dâvâm!” diye feryâd edip, gaybî bir el tarafından, alt mağaranın içine çekilip, dâvâsını itmam etmesi için, bizlere ikram edilişini tahayyül ettik. Kalenin tepesine tırmanarak, Van’ı ve üç yüz kırk metrekare çevresi olan Van Gölünü (Van Denizini) ve başı karlı dağları temaşa ettik. Van Kalesinde yazılan ve “Sergüzeşt-i hayatımın mühim bir levhası” dediği On Üçüncü Rica’yı tahattur ettik. “Dâüssıla tabir edilen iştiyak-ı vatan hissi beni vatanıma sevk etti. Madem öleceğim, vatanımda öleyim diye Van’a gittim. Her şeyden evvel, Van’da Horhor denilen medresemin ziyaretine gittim. Baktım ki, sair Van haneleri gibi onu da Rus istilâsında Ermeniler yakmışlardı. Van’ın meşhur kalesi ki, dağ gibi yekpare taştan ibarettir; benim medresem onun tam altında ve ona tam bitişiktir. Benim terk ettiğim yedi sekiz sene evvel, o medresemdeki hakikaten dost, kardeş, enîs, talebelerimin hayalleri gözümün önüne geldi. O fedakâr arkadaşlarımın bir kısmı hakikî şehit, diğer bir kısmı da o musîbet yüzünden manevî şehit olarak vefat etmişlerdi. “Ben ağlamaktan kendimi tutamadım. Ve kalenin, tâ medresenin üstündeki, iki minare yüksekliğinde, medreseye nazır tepesine çıktım, oturdum. Yedi sekiz sene evvelki zamana hayâlen gittim. Benim hayalim kuvvetli olduğu için, beni o zamanda hayli gezdirdi. Etrafta kimse yoktu ki, beni o hayalden çevirsin ve o zamandan çeksin. Çünkü yalnızdım. Yedi sekiz sene zarfında, gözümü açtıkça, bir asır zaman geçmiş kadar bir tahavvülât görüyordum. “Baktım ki, benim medresemin etrafındaki şehir içi, kale dibi mevkii, bütün baştan aşağıya kadar yandırılmış, tahrip edilmiş. Evvelki gördüğümden şimdiki gördüğüme, güya iki yüz sene sonra dünyaya gelip öyle hazin nazarla baktım. O hanelerdeki adamların çoğuyla dost ve ahbap idim. Kısm-ı azamı Allah rahmet etsin, muhaceret ile vefat etmişler, gurbette perişan olmuşlardı. Hem Ermeni mahallesinden başka, Van’ın bütün Müslümanlarının haneleri tahrip edilmiş gördüm. Benim kalbim en derinden sızladı. O kadar rikkatime dokundu ki, binler gözüm olsaydı, beraber ağlayacaktı. Ben gurbetten vatanıma döndüm, gurbetten kurtuldum zannediyordum. Vâesefâ, gurbetin en dehşetlisini vatanımda gördüm.” Ve bu minvâl üzere gidiyor. Akşamında, Vanlı, Ercişli kardeşlerle birlikte toplantı yaptık. Yenisiad Derneğimizin vizyonunu, misyonunu, aile buluşmalarını, genç Yenisiad üyelerimizin Girişimcilik Okullarını, arkadan gelecek yeni kuşağın, yetiştirilmesini ve beraber kaynaşmalarını, tanışmalarını ve karşılıklı fikir alış verişinde bulunmaları konularını konuştuk, müzakere ettik ve dilek temenniler sonunda, Van’ın tanınmış iş adamlarından Ahmet Çayırlı Beyi, Van Temsilcimiz olarak tensib edip, rozetini başkanımız Ömer Şevket Sipahi Bey’in takması ve hayırlı olsun temennileriyle toplantımızı nihayete erdirdik. Cumartesi günü, sabah namazından sonra, Bediüzzaman’ın doğduğu menzilleri ziyaret etmek üzere, Vanlı dostlarla birlikte yola çıktık. Dağlar arasından şırıl şırıl akan sular arasından Nurs’a ulaştık, Nurs’taki tek dersane olan medresemizde, abdestlerimizi tazeledik ve teberrüken bir ders yapıp, ziyaretlerimize başladık. Bediüzzaman’ın babası Sofi Mirza’nın, otlatmaktan getirdiği hayvanlarının ağızlarını bağlayarak geçirdiği patika yoldan geçerek, Üstadın doğduğu eve ve o rûhâniyât hâlesi bulunan mekâna vâsıl olduk. İki odadan müteşekkil bir taş yığma yapı, tavanı ağaç dalları ve çamur ile tutturulmuş, duvarları, kandil isinden ve tandırın dumanından siyahlanmış ve yamaç halindeki bir taş kürsü üzerinde, Kur’ân’lar okunmuş ve şu anda o taştan raflarda kırmızı kitaplar, Risâle-i Nur’lar yerini almış, ziyaretçiler tarafından, dersler yapılmakta, ve O Aziz Üstad anılmakta. İnşallah bu orijinallik muhafaza edilir daha nice uzun yıllarca. Aziz Üstadın dedeleri üç yüz sene öncesinden, Bağdat’tan göçmüşler buralara. Bir gün, Üstadın hocası Seyyid Nur Muhammed Nurs’a gelmiş, talebesi Said’in, böyle dürüst, zeki ve cesur olmasını ve onu yetiştiren insanları, ana ve babasını tanımak istemiştir. Annesi Nuriye Hanıma; “Said’i nasıl yetiştirdiniz?” diye sormuş, o da; “Ben Said’ime abdestsiz süt vermedim” der ve biraz sonra da, hayvanları ile birlikte Molla Mirza Efendi görünür, hayvanların ağızları telden bir file ile kapatılmıştır, sorar hocası Nur Muhammed; “Niye bu hayvanların ağızları böyle kapalı?” “Efendim meradan eve gelene kadar komşularımızın tarlalarının yanından geçiyoruz, ben görmeden komşunun tarlasından ot koparır ve kul hakkı almış oluruz diye böyle yapıyorum” der. Hocası da, “Bu kadar dinî hassasiyeti ve takvâsı olan bir aileden ve böyle bir ortamdan böyle çocuklar yetişir” der. Üstad dokuz yaşında tahsil için terk ettiği karyesine, otuz beş yaşına kadar muhtelif zamanlarda gelip gitmiş, şimdi üzerine Bediüzzaman Külliyesi olarak inşâ edilen camiin altında kalan üç yüz yıllık mescide girip, ibadet, zikir ve tefekkürünü ifa etmiş. Alçak kapısından edepli bir şekilde kafamızı eğerek girdik, ibadetimizi, tefekkürümüzü ettik, burada da kandil islerinden simsiyah olan duvar taşları, yüz on yıllık Kur’ân-ı Kerim’i ve şimdi o Mushaflıklarda, Mushaflar ve Risâle-i Nur’ların yan yana durduklarını ve yurt içinden, yurt dışından gelen misafirlerin o mescidde rûhâniyetli bir hava hissettiklerini dile getirdiklerini dinledik. O mescidin tamirini yapan ve şu anda da Bediüzzaman Külliyesinin inşaatı ile bizzat meşgul olan, Üstadın amcazadesi Hikmet Okur kardeş, camiin bir an önce bitirilip faâliyete geçmesini çok arzu ediyor ve bunun için de maddî desteğe, manevî duaya ihtiyaçlarının olduğunu söylüyor. Bir kısım kardeşler orada hemen yardımlarda bulundular, bir kısım kardeşler de Hikmet kardeşin hesap numarasını alıp, memleketlerinden göndereceklerini söylediler. Böyle küllî bir hayra sebep olan arkadaşları ve burada bir ibadet aşkı ile çalışan kardeşleri tebrik ediyoruz, Allah razı olsun diyoruz. Nurs Kabristanlığında Aziz Üstadımızın, babası Mirza Efendi’yi, annesi Nuriye Hanımı, ağabeylerini, akrabalarını ziyaret edip Fatihalar okuduk. Dönüşümüzü Erciş üzerinden yaparak, Ahlat’ta bulunan sekiz bin yüz altmış kabirde yatan, Selçuklu şehide, gaziye ve o kabristanlıkta medfûn bütün mü’min ve mü’minâta Fatihalar gönderdik, mezar taşlarında değişik bir şekil, sanki ayakta ibadet eder vaziyette, üzerlerinde âyet-i kerimeler bulunan ve mevtanın yaşına göre büyüklüğü bulunan mezar taşlarını gördük. Daha sonra, Erciş’i ve Erciş’teki üyemiz Ali Sinoğlu’nu iş yerinde ziyaret edip çayını içtik, hayırlı işler dileyerek ve Van gölü gezimizi bitirip Van’a vasıl olduk. Cumartesi akşamı da, beraberce derse katılıp, muhabbet, uhuvvet deryalarına daldık, kardeşlerden şevk aldık. Bir başka zamanda, bir başka bölge ziyaretinde beraber olmak duâ ve temennisiyle, Van hava alanında kucaklaşarak, umuda, uhuvvete ve muhabbete havalandık.
EYÜP OTMAN |
19.05.2010 |
19 Mayıs kutlamaları
Eğitim ve öğretimde, eğitimin daha öncelikli olduğu, eğitim uzmanları tarafından bildirilmekte, insan davranışlarında çok etkili olduğu belirtilmektedir. Öyle ki; ticaretten sosyal ilişkilere, aile hayatından toplumsal davranışlara; iç işlerinden uluslar arası ilişkilere kadar eğitimin önemini görmekteyiz. Bütün bunlar üzerinde, eğitim sisteminin ve uygulanış şeklinin büyük önemi vardır. Milli eğitim sistemimizde, maalesef, toplumun an’ane ve geleneklerine uygun olmayan davranışlar sergilenmektedir. Sayıları yüzleri bulan bu uygulamalardan sadece, “19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı”nda uygulanan, toplumsal yapıyı zedeleyen bir kutlama töreninden bahsetmek istiyorum: Bilindiği üzere; her yıl 19 Mayıs kutlamaları için, günler süren hazırlıklar yapılmaktadır. Bu hazırlıklar içerisinde çeşitli gösteriler sergileniyor. Bu gösterilerde dikkatleri, kız çocuklarımızın kılık kıyafetlerine çekmek istiyorum: Kız öğrencilerin gösterileri için, nedense, gelenek ve göreneklerimizin tersine, açık kıyafetler belirlenmekte, bu kıyafetlerle daha gösterişli olunduğu söylenmektedir. Oysa, ahlâkî değerlerden de vazgeçilmiş bir görüntü meydana getirilmektedir. Hâlbuki geniş ve uzun kıyafetler, hem daha rahat hareket etme imkânı sağlar, hem de daha güzel bir görüntü verir. Kızlarımız da, istemeyerek giydikleri açık kıyafetlerin mânevî sıkıntısından kurtularak, yaratılışlarının gereğini yerine getirmenin mutluluğunu yaşarlar. Hem de erkeklerin bakışlarının verdiği rahatsızlıktan kurtulmuş olurlar. Yetkililerden istirhamımız; kızlarımıza daha uygun kıyafet ve görevler verilmesi, kısa bir kutlama uğruna maneviyâtlarını tahripten kurtarmaları, bütün kızları kendi kızları ve kardeşleri olarak değerlendirerek ahlâklı, vatana-millete faydalı, geleceğin annelerini yetiştirmeleri, ”Cennet annelerin ayakları altındadır” hadis-i şerifine uygun anneler olabilmeleri için ellerinden geleni yaparak, iyi eğitmeleridir. Mânevî değerlere önem verdiğini, toplumun istekleri doğrultusunda hareket edeceklerini iddiâ eden iktidara da, bir iki hususu hatırlatmak istiyorum: Sizlere güvenerek iktidar olmanızı sağlayan bu millet, sizlerin diğer hükûmetlerden farklı olduğunuzu her defasında beyan etmektedir. Bu farkı nasıl göstereceksiniz? Kızlarımız bu sıkıntılardan ne zaman kurtulacak? Eğitim sisteminde nasıl bir değişiklik yapacaksınız? Kamuoyu bunu ve buna benzer (başörtüsü) meseleleri çözmenizi beklemektedir. Gönlümüz, iyi siyasetçiler, iyi eğitimciler, iyi eğitilmiş anne-babalar, iyi eğitilmiş toplum istemektedir. İnşâallah, aile yapımıza uygun eğitim sistemi oluşturulur, bu millet de büyük sıkıntılardan kurtulur.
MEHMET ÇALIŞKAN [email protected] |
19.05.2010 |