Faruk ÇAKIR |
|
Polonya başardı, sıra Türkiye'de |
Avrupa Birliği’ne üyelik tartışmaları Türkiye’nin gündemini meşgul eden bir konu. Kimilerince ‘ince-uzun bir yol,’ kimilerince de ‘bir arpa boyu yol alınamayan hedef’ diye tarif ediliyor. Türkiye-AB ilişkilerine bakıldığında inkâr edilemeyecek bir gerçek var: Ülkemiz yıllar önce AB’ye üye olmak için müracaat etmiş, ama üyelik için gerekli şartları yerine getirme noktasında üzerine düşen görevi yapmamış. Elbette kabahatin tamamı Türkiye’de değil, ama üye olmak isteyen taraf olduğumuza göre ‘kriterler’i yerine getirmek de bizim birinci işimiz olmalı. Her defasında tekrarlıyoruz, yine tekrarlayalım: AB’ye üyelikten maksat, isimden ve resimden ibaret bir ‘üye’lik olmamalı. Önemli olan insanların mutlu ve huzurlu olduğu zengin bir ülke olabilmek. Bugünkü şartlarda bunun yolu “AB kriterlerine uyum”dan geçiyorsa—ki öyle görünüyor—bunu başarmak lâzım. Türkiye’nin mevcut haliyle ‘değişmeden’ AB’ye üye olması pratikte bir fayda verir mi? Yani; AB üyesi bir ülke, ama anayasası darbe döneminden kalmış! Ya da AB üyesi bir ülke, ama başörtülüler üniversiteye giremiyor! Tabiî ki AB üyeliğini daha hür, daha demokrat ve daha adil bir ülke için istiyoruz! Uzun yıllar “Türkiye AB’ye üye olursa ‘din’ elden gider” diyenlerin itirazlarını dinledik. Hakikat ise tam bu iddianın tersi. AB üyesi ülkelere giden herkes bilir ki, bir (Müslüman) ülkenin AB’ye üye olmasıyla ‘din/İslâm’ elden gitmez. Nitekim AB’nin yeni üyeleri arasında yer alan ve bazı noktalarda Türkiye ile arasında benzerlikler olduğu ifade edilen Polanya’da ‘din/İslâm’ elden gitmemiş. Polonyalıların da büyük çoğunluğu AB’ye üye olmaktan dolayı memnunlar... Polonya’nın AB üyeliği, işsizlik ve alt yapı problemlerine de çözüm olmuş. Polonya’da bir diğer dikkat çeken konu da Müslümanların ibadetlerini özgürce yerine getirmeleri, toplumun diğer dinlere mensup üyeleriyle neredeyse tam bir hoşgörü ve uyum içinde yaşamalarıymış. (AA, 17 Mayıs 2010) AB’ye bağlı Avrupalı Gazeteciler Merkezi’nin Türk gazeteciler için düzenlediği seminer çerçevesinde görüşülen yetkililer, AB üyeliği hakkında ağırlıklı olarak olumlu konuşmuşlar. Polonya’nın 1999 yılında kurulan Podlaskie eyaleti, AB fonları sayesinde yoksulluktan gelişmişliğe doğru atılan adıma örnek gösteriliyor. Podlaskie Eyaleti Sekreteri Andrzej Kurpievski’nin Türkiye ile ilgili olarak, “Türkiye, bizim tecrübelerimizden faydalanmak isterse en zengin 20 ülke listesinin ilk sırasına yerleşir” tesbiti çok önemli. Bialystok’taki Polonyalı Müslümanlar Birliğinin kadın başkanı Halima Szahideviç, Türk gazetecilere Polonya’nın kendilerine karşı her zaman hoşgörülü davrandığı söylemiş. Eyalette şu anda biri Kurşunyani, diğeri Bohomiki’de olmak üzere iki caminin bulunduğunu, 1991’de Gdansk’da yeni bir caminin açılışının yapıldığını da ifade etmiş Szahideviç. Polonya’nın ‘komünizm’den kendisini sıyırması ve AB üyesi olabilmesinde elbette iç dinamiklerinin önemli bir payı var. Türkiye’nin aynı şeyi şu an için başaramamış olmasının da ‘özel’ bazı sebepleri var. Hatırlamak lâzım ki, Türkiye’de uzun süren bir ‘Tek parti devri ve anlayışı’ hakim olmuş. Ve maalesef bu anlayış bugün bile bazı noktalarda devam ediyor. Türkiye ‘Tek parti anlayışı’ ile hesaplaşamadığı sürece sıkıntılarını aşması kolay değil. Polonyalılara şöyle seslenmek bile mümkün: Komünizmi aşmak kolay, gelin de ‘Tek parti anlayışı’nı aşın! 19.05.2010 E-Posta: [email protected] |