Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
CHP iflâh olur mu? |
Şu günlerde siyaset gündeminin yine ilk sıralarında yer alan CHP Genel Sekreteri Önder Sav’ın, hacca gitmek istediğini söyleyen 80 yaşındaki bir partiliye “Boşver, Araplara para kaptırma” diye akıl verip, “Bakarsın, Muhammed orada bırakmaz seni. Buraya göndermez” lâflarıyla devam eden diyalogu çok konuşulmuş ve yoğun tepkilere konu olmuştu. Hattâ “dinî değerlere ve Peygamberimize saygısızlık ve hakaret”ten suç duyuruları yapılmıştı. Uzunca bir süre tepkileri kaale almayan “pişkin” bir tavır sergiledikten sonra “Canım ne var bunda, espri yaptım” manevrasıyla işin içinden sıyrılmaya çalışan Sav’a o günlerde arka çıkarak destek veren kişi, CHP lideri Deniz Baykal oldu. Baykal, Kutlu Doğum açılımıyla da tamamen çelişen bu yanlış ve riskli tercihinin bedelini, siyasî hayatının en sıkıntılı günlerini yaşadığı şu dönemde Sav’dan yediği sürpriz darbeyle ödedi. Sav, “53 yıldır beraberiz” dediği Baykal’la siyasetteki yollarının artık ayrıldığını ve Kılıçdaroğlu’nun adaylığına destek verdiğini deklare etti. Bu manevra, bazı Baykalcı MYK üyelerinin, Sav’ı komploculuk, hattâ CIA ajanlığı ile suçlamalarına yol açtı. Düne kadar birlikte çalıştığı başkan yardımcılarından biri de Sav için “Kemal Beyi kullandı, bu bir ihanet tuzağıdır” dedi. Kaset skandalı ile akabinde ortaya çıkan durumu Baykal cephesinin “Amerikan operasyonu” diye yorumladığı söyleniyor. Ve görüntüleri ilk yayınlayan sitenin bir İsrail şirketine ait olduğu haberleri, bu yoruma başka bir boyut katıyor. Böyle bir operasyonda, CHP’deki katı Kemalist damarın en önemli temsilcilerinden birinin başrol oyunculuğunu üstlenmesi ilginç değil mi? İşin bir diğer boyutu, yıllar yılı CHP yönetiminde yapılanıp “politbüro” olarak anılan ekibe gerek parti içinden, gerekse kamuoyundan gelen tepkilere göğüs gerdiği için yoğun eleştirilere hedef olan ve yıpranan Baykal’ın, bu süreçte evvelâ o ekiptekilerin önde gelenleri tarafından terk edilmiş olmasındaki ibretli kader tecellîsi. Şimdi “Arkadan hançerlendik” diyen Baykal ve çevresi, “ihanet”in derin şokunu yaşıyorlar. Peki, düne kadar Baykal’ın etrafını sarıp ablukaya alan ekibin, kaset olayı sonrasında bir anda ondan yüz çevirip Kılıçdaroğlu’na yönelmesi, partiye bir hareket ve hayatiyet getirebilir mi? Kılıçdaroğlu’nu “Şöyle dürüst, böyle mütevazi, tuttuğunu koparan sakin güç, Gandi” diye parlatma yarışına girenler, aynı politbüronun bu defa onun kanatları altında partiye hakim olup yola devam etme manevrası için ne düşünüyorlar? Onur Öymen’in Dersim çıkışına önce tepki gösterip ardından geri çekilmesiyle hatırlanan ve siyaset öncesindeki hayatını bürokrat olarak geçirmiş olan bir ismin, liderliğin gerektirdiği inisiyatif, dirayet ve performansı ne ölçüde ortaya koyabileceği ayrı bir soru işareti. Hele Baykal gibi karizmatik bir liderin dahi aşamadığı bir “politbüro” yapılanmasının sıkı markajı altında. Baykal’ı en çok yıpratıp, gelinen noktada sahipsiz ve yalnız bırakan, partinin de halkla barışmasını engelleyen bir yapı ve anlayışın, “Kral öldü, yaşasın kral” mantığıyla bundan sonra da devamı neyi değiştirir? “Eski tas, eski hamam, eski tellâk” anlayışıyla CHP nereye gidebilir ki? Kimbilir, belki de CHP’nin kaderi bu. Cumhuriyetin başından bu tarafa gerek 27 senelik tek parti devrinde yaptıklarıyla, gerekse 1950 sonrasındaki yıkıcı muhalefetiyle millete kan kusturmuş olmasının bedelini böyle ardı arkası gelmeyen iç kavgalarla ödemeye devam edecek. Ve bu kafayla gittiği sürece iflâh olmayacak. Aslında CHP için de bir çıkış yolu var: 1940’ların ikinci yarısında, Sav’ın seleflerinden biri olarak parti genel sekreterliği koltuğunda oturan Hilmi Uran’a Bediüzzaman’ın yaptığı çağrıya uyarak, samimî ve sıkı bir özeleştiriyle eski yanlışlarından arınıp, dinle ve milletle barışmak. Ancak partinin genlerine işleyen mâlûm ruh, bunu engellemek için var gücüyle direniyor... 20.05.2010 E-Posta: [email protected] |