Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Cemaat ve siyaset |
Cemaatler esas itibarıyla insanların manevî hayatına hizmet için var olan ve öyle olup öyle kalması gereken birliktelikler. Bediüzzaman’ın “Biz bir cemaatiz. Hedefimiz ve programımız, evvelâ kendimizi, sonra milletimizi idam-ı ebedîden ve daimî, berzahî haps-i münferitten kurtarmak ve vatandaşlarımızı anarşilikten ve serserilikten muhafaza etmek ve iki hayatımızı imhâya vesile olan zındıkaya karşı Risale-i Nur’un çelik gibi hakikatleriyle kendimizi muhafazadır” (Tarihçe, s. 853) ifadelerinde çizdiği çerçeve bunun güzel bir örneği. Buna göre birinci hedef ebedî hayatları kurtarmak. Bu hedef istikametindeki hizmetlerin dünya hayatına bakan neticeleri ise, anarşiliğin ve serseriliğin önüne geçip huzuru temin etmek. İnsanların iman eksenli bir ahlâk donanımı ve ibadet disipliniyle yaşanan bir hayat anlayışına sahip kılınmaları, Üstadın çizdiği çerçevede çalışan cemaatlerin en önemli ve öncelikli hedefini teşkil ederken, hizmet ve iştigal alanlarını münhasıran bu amaca yönelik faaliyetler oluşturmalı. Bu temel prensibin bir neticesi olarak, cemaatlerin ticaret, siyaset ve hele devlet idaresi gibi dünyevî işlerle doğrudan bir alâkaları olamaz. Cemaat mensupları, birey olarak kendi şahısları adına ticaret yapabilirler veya siyasetle meşgul olabilirler. Bu meşguliyetlerini, cemaat tarafından verilen manevî hizmetlere katkı ve destek vermek gibi bir amaca da yönlendirebilirler. Ancak burada ince ve hassas bir çizgi var. O da, söz konusu ticarî veya siyasî meşguliyetlerin, cemaatlerin şahs-ı manevîsi ile irtibatlandırılmadan yürütülmesi gereği. Bu dengeye dikkat edilmezse, cemaatlerin ticarîleşme ve siyasîleşme yoluyla dünyevîleşip yozlaşarak aslî hizmet ve iştigal alanlarından uzaklaşmaları riski ortaya çıkar. Buna ilâveten, manevî hizmetlerin ticarî veya siyasî amaçlar için istismar edilmek istendiği gibi suçlamalara malzeme verilmiş olunur. Bu ise söz konusu hizmetlerin ruhunu oluşturan ihlâsa zarar verdiği gibi, muhataplar nezdinde korunması icab eden inandırıcılığa da gölge düşürür. Yola koyulurken mevcut olan halisane duygular ve hizmet mülâhazaları, zaman içinde, kuralları başka odaklarca belirlenen ticaret ve siyasetin kaygan zeminlerinde, giderek hızlanan bir süreç içinde aşınmaya ve helâl-haram hassasiyetleri de törpülenmeye başlar. Cemaatler cemaat olmaktan çıkıp müflis holdinglere veya itibarsız siyasî organizasyonlara dönüşerek tükenirler. Nitekim gerek ticaret, gerekse siyaset alanında yaşanan ibretli örnekler, bunun dersleriyle dolu. Bir cemaate mensup olan insanların, vatandaşlık hak ve görevi olarak belli bir siyasî tercih istikametinde oy kullanıp, partiler hakkında görüş sahibi olmaları; mesafeli bir duruş menzilinde kalarak olumlu icraatları teşvik edip desteklerken, yanlışları eleştirmeleri çok farklı birşey. Bunun yadırganacak bir tarafı olmasa gerek. Ama bir cemaatin siyaset alanında aktif bir oyuncu gibi rol üstlenmesi; güncel siyasetin polemik ve tartışmalarında çok fazla adının geçmesi; farklı iddia, suçlama ve savunmalara konu olması gibi durumlar için aynı şeyi söylemek imkânsız. Sürekli olarak politik tartışmaların içinde ve odağında yer alan bir cemaat, o tartışmaların kaçınılmaz bir neticesi olan yıpranmadan kendisini koruyup âzade kalabilir mi? Kıyasıya bir iktidar mücadelesinin tarafı gibi davranan veya tavırları öyle algılanan bir cemaat, kendisiyle ilgili olarak gündeme gelen iddiaları sürekli tekzip etse dahi, bunların zihinlerde bıraktığı tortu ve izleri tamamen silip temizlemeyi başarabilir mi? Son dönemlerde medya, bürokrasi, polis, asker ve yargı zeminlerinde cereyan eden “cemaat eksenli” yandaşlık-karşıtlık polemiklerinin geldiği nokta, bu bakımdan son derece düşündürücü. Bunların sağlıklı bir şekilde aşılması için, “Cemaat parti olamaz, onun işi devlet yönetmek değildir” prensibinin özümsenip hayata geçirilmesi ve âcilen aslî hizmetlere dönülmesi gerekiyor. 14.05.2010 E-Posta: [email protected] |