Lahika |
Âyet-i Kerime Meâli
Mallarını Allah yolunda harcayanların hâli bir daneye benzer ki, ondan yedi başak sünbüllenir; herbir başakta da yüz dane bulunur. Allah, dilediği kimseye, yaptığı iyiliğin karşılığını böyle kat kat verir. Allah'ın lûtfu geniştir ve ilmi herşeyi kaplar.
Bakara Sûresi: 261 |
22.05.2010 |
Yeraltı mâdenlerinde çalışanlar... Bu devirde sû-i istimâlât o dereceye vardı ki, bir sermâyedar, kendi yerinde oturup, bankalar vâsıtasıyla bir günde bir milyon kazandığı halde; bir bîçare amele, sabahtan akşama kadar, tahte’l-arz mâdenlerde çalışıp, kùt-u lâyemût derecesinde, on kuruşluk bir ücret kazanıyor. Ehl-i dünyanın ve maddî tarihin nazarıyla, nev-î beşerin hayat-ı içtimâiyesi noktasında bakılsa, görülüyor ki hayat-ı içtimâiye-i siyâsiye îtibâriyle, beşer, birkaç devri geçirmiş. Birinci devri vahşet ve bedevîlik devri, ikinci devri memlûkiyet devri, üçüncü devri esir devri, dördüncüsü ecir devri, beşincisi mâlikiyet ve serbestiyet devridir. Vahşet devri dinlerle, hükümetlerle tebdil edilmiş; nimmedeniyet devri açılmış. Fakat, nev-î beşerin zekîleri ve kavîleri, insanların bir kısmını abd ve memlûk ittihaz edip, hayvan derecesine indirmişler. Sonra bu memlûkler dahi bir intibâha düşüp, gayrete gelerek, o devri esir devrine çevirmişler; yani, memlûkiyetten kurtulup, fakat “El-hükmü li’l-galib” (Galip olan hükmeder) olan zâlim düsturuyla yine insanların kavîleri zaiflerine esir muâmelesi yapmışlar. Sonra, İhtilâl-i Kebîr gibi çok inkılâplarla, o devir de ecîr devrine inkılâp etmiş. Yani, zenginler olan havas tabakası, avâmı ve fukarâyı ücret mukâbilinde hizmetkâr ittihaz etmesi, yani sermaye sahipleri ehl-i sa’yi ve ameleyi küçük bir ücrete mukâbil istihdam etmeleridir. Bu devirde sû-i istimâlât o dereceye vardı ki, bir sermâyedar, kendi yerinde oturup, bankalar vâsıtasıyla bir günde bir milyon kazandığı halde; bir bîçare amele, sabahtan akşama kadar, tahte’l-arz mâdenlerde çalışıp, kùt-u lâyemût derecesinde, on kuruşluk bir ücret kazanıyor. Şu hal, müthiş bir kin, bir iğbirar verdi ki, avâm tabakası havâssa îlân-ı isyan etti. Şu asrın tâbiriyle, sosyalistlik, bolşeviklik sûretinde, evvel Rusya’yı zîr ü zeber edip geçen Harb-i Umûmiden istifade ederek, her yerde kök saldılar. Mektûbât, s. 618 *** Ribânın kap ve kapıları olan bankaların nef’i, beşerin fenası olan gâvurlara ve onların en zalimlerine ve bunların en sefihlerinedir. Âlem-i İslâma zarar-ı mutlaktır; mutlak beşerin refahı nazara alınmaz. Zira gâvur harbî ve mütecaviz ise, hürmetsiz ve ismetsizdir. Mektûbât, s. 810 *** Âyet-i Kur’âniye, âlem kapısında durup, ribâya “Yasaktır!” der. “Kavga kapısını kapamak için, ribâ kapısını kapayınız!” diyerek, insanlara ferman eder. Şâkirdlerine, “Girmeyiniz!” emreder.
Sözler, s. 662
LÜGATÇE:
hayat-ı içtimâiye: Sosyal hayat. hayat-ı içtimâiye-i siyâsiye: Siyâsî ve sosyal hayat. memlûkiyet: Kulluk, kölelik. ecîr: Ücretle çalışan, işçi. mâlikiyet: Mâliklik, mâlik ve sahip olma. nimmedeniyet: Yarı medeniyet. kavî: Kuvvetli. abd: Kul, köle. intibâh: Uyanış. İhtilâl-i Kebîr: Büyük Fransız İhtilâli. ehl-i sa’y ve amele: Emekçi ve işçiler. tahte’l-arz: Yerin altı. kùt-u lâyemût: Ölmeyecek kadar alınan yiyecek. iğbirar: Gücenme, kırılma. avâm: Halk. havâs: Üst tabaka, zenginler sınıfı. ribâ: Faiz. nef’: Fayda. sefih: Zevk ve eğlenceye aşırı düşkün olan. harbî: Harbedilen, savaşılan. |
22.05.2010 |
Woody Allen’a acımak ve İhtiyarlar Risâlesi
Sabah’ta Mehmet Barlas yazmış. Filmlerini bir türlü sev(e)mediğim ünlü yönetmen Woody Allen Cannes film festivalinde birçok açıdan ilginç sözler sarf etmiş. Barlas, bu sözleri siyasî bir yöne çekmek için girizgâh olarak kullanmış, ama bana çok başka şeyler çağrıştırdı Woody Allen’ın sözleri... Demiş ki bu ünlü yönetmen: “Yaşlanmanın sağladığı hiçbir avantaj yoktur. Ne daha akıllı, ne daha zeki, ne daha nazik olursunuz. Buna karşı sırtınız daha fazla ağrır, yediklerinizi daha zor hazmedersiniz, gözünüz daha az görür, işitmek için kulağınıza aygıt takarsınız... Eğer mümkünse yaşlanmayın...” Bu sözleri duyunca acıdım bu ünlü Oscarlı yönetmene! Hayatı algılamada böylesine büyük bir anlamsızlıkla başa çıkmak gerçekten zor olsa gerek... Yaşlanmak bulunduğu noktada gerçekten çok anlamsız ve acı verici olmalı... Halbuki yakın zamanda tamamını birkez daha okuduğum, Tarihçe-i Hayat’ta birkaç sayfasını yeniden okuma fırsatı bulduğum İhtiyarlar Risâlesi’ni düşününce insan Risâlelerin ve imanın kıymetini bir kez daha anlıyor. İmanlı bir ihtiyar olan Bediüzzaman, yaşlılığı adeta gençlere dahi sevdirecek kadar güzel gösterir, imanın ihtiyarlık gibi maddî anlamda zor bir devreyi nasıl da—Allen’ın söylediğinin tam aksine—avantajlarla dolu bir döneme çevirebildiğini bizzat yaşantısı üzerinden anlatır. Bir yandan acıyorum, ama öte yandan kızıyorum Woody Allen’a... Yazık! 74 yaşında ihtiyarlıktan şikâyet edeceksin ve hâlâ anlamsız bir biçimde çarpık ilişkiler üzerine filmler çevireceksin. Sonra da “Kara Mizah” yaptığını sanacaklar. Asıl kara mizah Allen’ın hayatı ve—Allen üzerinden gidersek—bütün bir sefih ve çarpık Batı medeniyeti tecrübesidir her halde! Allah ıslâh etsin! Galiba Woody Allen’a bir İhtiyarlar Risâlesi gerekiyor!
Hayatı ciddiye almak, ölümü ciddiye almadan... Mehmet Barlas’ın yazısına dönersek, ilginç bir biçimde Barlas yazısının devamında bu sefer iki eski yaşlı adamı övmüş. İsmet İnönü ve Celal Bayar’ı... “Yaşamı 100 yaşında hâlâ ciddiye alıyorlardı, 100 yaşında hâlâ ciddî planlar yapıyorlardı” demiş. Konusu gereği, işe bir başka açıdan bakan sayın Barlas’ı mazur görüyorum. Ama benim açımdan bakınca İnönü de, Bayar da aynı Woody Allen gibi... Hatta Woody Allen’ın yaşadığı ortamı hafifletici unsur olarak düşünürsek, İnönü ve Bayar’ın durumu Allen’dan daha kötü! Yanlış anlaşılmayalım, yaşlı insanların planları olması kötü değil, hayatı ciddiye almaları kötü değil. Ama çok yakın oldukları ölümü ciddiye almamış olmaları kötü. İnönü’ye ve Bayar’a genç bir muhabir olarak ölümü sorsaydı Barlas, ölümün ötesini sorsaydı, kimbilir nasıl bir tepki alırdı. Ama sormamış anladığımız kadarıyla ve biz tarihî bir fırsatı kaçırmış olduk! Ölümü ciddiye almadan hayatı ciddiye almak, hele bir de ihtiyarlık zamanında ne kazandırır insana. Acizliğini her vakit hissettiği halde, ölüme her vakit yaklaştığı halde, tek bir hayata bağlanmaya çalışmak, Allen, İnönü ya da Bayar olsanız da hiç fark etmez. Kötü hissettirir! Allah, imandan hissesiz kalmış ihtiyarlıktan ve öyle ihtiyarların şerlerinden de hepimizi korusun.
AHMET TAHİR UÇKUN |
22.05.2010 |
ALDANMA DÜNYAYA
Şu hayatım akıp gitti nereden nereye Arzu isteğin gitmiyor kabirden öteye Vücudunda ağrılar, gireceksin kabre Aldanma dünyaya, at dünyayı arkana...
Başında beyazlar, gitti gücün kuvvetin Neye yarar dünyada, malın hem servetin Makamın, mevkin, şanın şöhretin olsa da Aldanma dünyaya, at dünyayı arkana...
Başında beyazlar, bacakların tutmuyor Vücudunda ağrı, yanaklar olmuş çukur Ölüm var, kabir var, korkmadan olsan vakur Aldanma dünyaya, at dünyayı arkana...
Sonbaharda nevruz, nergiz çiçekler soldu Kışta kar yağdı her taraf bembeyaz oldu Güneş battı her yer karanlığa boğuldu Aldanma dünyaya, at dünyayı arkana...
Dünya dönüyor mevsimler oluyor bir bak Her yerde zeval damgası, hem firak Herşey fani, fanileri bırak dünyada Aldanma dünyaya, at dünyayı arkana...
CELÂL YALÇIN |
22.05.2010 |