Ali Rıza AYDIN |
|
Dirlik, birlikle olur! |
Hayatın her safhasında tesanüde muhtacız. “Ene”nin kıskacına düşüverince fertler, sıkıntılar bitmez olur; üst üste gelir dertler. Özellikle, Müslüman, sırt sırta dayanmalı. Ayrılık, gayrılık, nifak gibi illetten mutlaka sıyrılmalı. Eğer bugün camiler açık, cemaatler hür ise; okunan ezanın sesi evvelkinden gür ise; bunu, dinine sahip çıkan bir topluma borçluyuz. Buna ister diyanet, ister siyaset, ister bir cemaat deyin. Bir gerçek var ki, bu millet dinine, mukaddeslerine var gücüyle sahip çıkmış, ömrünce. Dünya var oldukça cemaatler var olacak, camilere, meclislere dolacak; ezanlar okunacak. Çünkü onlar, bu milletin varlığının alemi. Hizmet sevdasıyla bunlar, hiçe saymış âlemi. Mehmet Âkif’in “Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli / Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli” mısralarında ifade edildiği gibi, Cenâb-ı Hakk’ın tevhidini, Resûlü’nün (asm) nübüvvetini kâinata ilân eden ezanlar inlemeli, bütün mevcut ins ve cin bunu hep dinlemeli. Bunun için de önce Cenâb-ı Hakk’ın avni, Peygamberimizin (asm) kavli, mü'minin de hakta sebatı, emre itaati gerekir. Kilitlenmiş camileri bilenler hâlâ mevcut. O günün hicranını hiçbir şey tevil etmez. Ezanlar susturulmuş, “tangır tungur” okunmuş! Allah’ın kelâmını talim, büyük suçlardan olmuş! Saff-ı evvel fedakârlar yaşamış bunu bir, bir. İfadeye kelâm yetmez, onu yaşayan bilir. O günler tarih oldu, biz bu güne bakalım. Cenâb-ı Hak, Âl-i İmrân Sûresi’nin 103. âyetinde: “Va’tesımû bi hablillâhi cemîav ve lâ teferrakû” yani, hep birlikte Allah’ın ipine, yani İslâm’a, yani Kur’ân’a ve onun hükümlerine sımsıkı yapışın; parçalanmayın, o çizgiden uzaklaşmayın buyuruyor. Uzaklaşılırsa ne olur? Evet, uzaklaşılırsa ne olur? Savruluruz, lime lime, beraber! “Bana değmeyen yılan çok yaşasın” denilmez. Sana değmez; senin ehline, senin nesline, senin dostuna, senin din kardeşine değer. Değer; birilerine değer. Parçalayıp bölecek, bir lokmada yiyecek tuzağa takılınca ne din kalır, ne dâvâ: Cami olmaz, cemaat bulunmaz, ezan okunmaz. Pusu kuran şer güçler hemen ortaya çıkar; mukaddes neyin varsa, harap etmeye bakar. Çünkü, muzır içeride. Bulgaristan hududunda şarabı çekip, “Benim dedem de hocaydı” diyen ilginç tipleri unutmamak gerekir. Buna benzer çok şeyler… Başka diğer bir örnek: Ezan sesinden rahatsız olan bir derbeder, camiden, müezzinin ezan okuduğu mikrofonu yerinden gizlice almış, götürmüş. Birkaç gün sonra, üstüne bir not iliştirerek mikrofonu getirmiş, yerine koymuş tekrar. O notta: “Belki beni dinsiz zannedeceksiniz, ama ben dinsiz değilim. Ben de Müslüman’ım. Ezanın yüksek sesle okunuşuna tahammül edemedim. Mikrofonu, ikaz için götürdüm” ibaresi bulunuyor. Hem Müslüman olacak, hem ezan susturulacak! Bu ne perhiz, bu ne turşu? İşin en masumu, bu. İslâm’dan söz edince tüyleri diken diken olan nice adam (!) biliriz. Yerde gezen ademin hepsi bize dost değil. Dolayısıyla, Müslüman önünü, yönünü, dününü görmek zorunda. Müslüman, el ele, gönül gönüle olmak zorunda. Çünkü, “Dost uyur, düşman uyumaz.” Mü’min, mü’min kardeşine sımsıkı sarılmalı. “Kardeşim!” hitabından hakikî haz almalı. Unutma! Dirliğin yolu, birlik olmaktan geçer… 27.05.2010 E-Posta: [email protected] |