Sami CEBECİ |
|
Mânâ-yı harfî |
“Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelime ile dört kelâm öğrendim... Kelimelerden maksat, mânâ-yı harfî, mânâ-yı ismî, niyet, nazardır. Şöyle ki: Cenâb-ı Hakk’ın masivasına, yani kâinata mânâ-yı harfiyle ve O'nun hesabına bakmak lâzımdır. Mânâ-yı ismiyle ve esbap hesabına bakmak hatâdır.” (M. Nuriye s. 84) Büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Hazretlerine âit olan bu tesbitler, bütün öğrendiklerinin rûhu, hülâsası ve özeti gibi görünüyor. Mahlûkâta, Yaratıcıları hesabına bakmak ilim olup, insanı mânen Allah’a yaklaştırırken, O’nunla bağlantısını koparıp kendi zatları hesabına bakmak, zâhiren ilim iken cehâlet olup insanı Allah’tan uzaklaştırarak inkâra kadar sürüklemeye sebep olur. “Bu kâinatta yaratılan her şey en güzeldir. Ondan daha güzeli tasavvur bile edilemez” sözünü İmam-ı Gazâlî’ye söylettiren şu yüksek nizam ve emsâlsiz san'at, ancak “Ne güzel yapılmış, ne kadar mükemmel San'atkârına şahadet ve Esmâ-i Hüsnâsına delâlet ediyor!” demekle güzelleşir. “Ne güzel!” demekle, o güzelliğin zatlarından ve kendiliğinden olduğunu söylemek, o san'atlı varlıklardaki var olan gerçek güzelliği görmemek ve çirkinleştirmek anlamına gelir. Risâle-i Nur eserlerinin, okuyucularına kazandırdığı çok şeylerden birisi ve en başta geleni, yaratılan her şeye mânâ-yı harfiyle ve Yaratıcı adına bakmak keyfiyetidir. Sebep ve sonuç ilişkisi içinde vukua gelen varlıklar ve olaylar, bu nazarla bakıldığı zaman, insanı esbap ve tabiat dalâletine sürükleyemez. Çünkü, sebepler ve sonuçlar ayrı ayrı yaratılan hakikatlerdir. “Aynı şartlar altında aynı sebepler, aynı sonuçları meydana getirir” şeklinde öğretilen bilgiler, bir safsatadan başka bir şey değildir. Zira, sebepler de, sonuçlar da İlâhî Kudret tarafından yaratılıyor. Allah o sebepler altında dilerse yaratır, dilemezse yaratmaz. Meselâ; geçen senenin mevsim ve iklim şartlarında zeytin, fındık ve fıstık gibi ağaçlar bol meyve verdikleri halde, bu senenin aynı şartları hazır olmasına rağmen meyve vermemektedir. Demek, şartlar ve sebepler birer bahanedir. Sonuçları yaratan ise, Âlemlerin Rabbidir. Kezâ; bir apartmanın yüksek katından düşen bir insan, genelde ölüme mâruz kalır. Ama, öyle zamanlar olur ki, onuncu kattan düşen bir insan birkaç kırıkla kurtulur. Kezâ; uçak düştüğü zaman içindeki insanlar normalde ölür. Fakat, bâzı uçak kazalarında birkaç kişinin sağ kurtulduğu görülür. Bir zaman uçağı düşen merhum Adnan Menderes’in sağ kurtulup, diğerlerinin ölmesi gibi.. Misâlleri çoğaltmak mümkün. Demek ki, aynı şartlar ve aynı sebepler altında, illâ aynı sonuçlar meydana gelmiyor. Bu hakikate binâen, mevcudâta ve olaylara mânâ-yı harfî nazarıyla ve Allah hesabına bakmak lâzımdır. Kader ve Kudret-i İlâhî, sebep ve sonuca birden ve aynı anda taallûk eder. Bu açıdan bakıldığında, Ehl-i Sünnet inancına sahip olan bizler, bir şey vukua gelmeden kesin hüküm vermiyor ve susuyoruz. Meselâ; tüfekle bir adamın vurulması hadisesinde, Mutezile Mezhebine mensup olanlar “Atmasaydı, ölmeyecekti”; Cebriyeciler ise “Atsa da, atmasa da ölecekti. Çünkü, ölmesi takdir edilmiş” diyorlar. Burada, istikameti koruyanların, “Tüfek atmasaydı, ölmesi bizce meçhuldür” diyen Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat olduğu anlaşılıyor. Asya Nur Kültür Merkezinde bir saati aşkın bir sürede mânâ-yı harfî ile kâinata ve olaylara bakmanın iman ve itikat gereği olduğunu anlatan ve verdiği misâllerle seminerini zenginleştiren değerli konuşmacı Dr. Hakan Yalman, çok derin bir meseleyi kolaylıkla zihinlerimize nakşetti. 26.05.2010 E-Posta: [email protected] |