Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Operasyon ve dizayn |
Kemal Kılıçdaroğlu’nun 1246 imza ile aday gösterilip 1189 oyla—57 fire!—başkan seçildiği ve Önder Sav’ın, kendisiyle birlikte birkaç istisna dışında Baykal ekibini tümüyle tasfiye ettiği, ama Gürsel Tekin gibi yeni rakiplerle karşı karşıya geldiği CHP kurultayı geride kaldı. Dışlananlar Sav’a ateş püskürüp, “CHP Sav’ın damgasını taşıyan bu ulusalcı ve statükocu kadro ile iktidar olamaz” derken, şimdilik renk vermemeye çalışsalar da partinin en az üçe bölündüğü söyleniyor: Baykal’cılar, Sav’cılar ve Tekin’ciler... Bunların yanında, Sav’ın listesindeyken Tekin bastırdığı için PM’ye giremeyen Ali Topuz gibi eski ağır toplar da ayrı bir kategori oluşturuyor. Neticede Sav’cılar Tekin’i, Tekin’ciler Sav’ı çizince, iki isim en düşük oylarla listenin en alttaki iki sırasını paylaşmak durumunda kaldılar. Bu sonuçtan sonra Sav, yetkilerinin azaltılmasını öngören tüzük değişikliğini ertelettirdiği genel sekreterlik koltuğuna yine oturur ve yanı sıra Tekin de başkan yardımcısı olursa, partide nasıl bir denge ve uyum olacağı merak konusu. Ve Kılıçdaroğlu’nun listeleri savunurken “Gözettim” dediği bu dengeleri nasıl yöneteceği de. Mâlûm, Gürsel Tekin geçen yılki 29 Mart yerel seçim sürecinde, CHP’nin İstanbul adayı olan Kılıçdaroğlu ile birlikte öne çıkıp parlamıştı. O zaman verdikleri “yakın ikili” görüntüsü, kurultay sürecinde Sav faktörü devreye girdikten sonra şimdiden yara almış gibi görünüyor. Tekin’in Kılıçdaroğlu için hazırladığı kurultay konuşmasının iptal edilip yerine başka bir metnin ikame edilmesi ve sonra Sav damgalı liste krizinin gelmesi, bunun ilk işaret ve tezahürleri. Bilhassa liste kavgası, Tekin’e ikinci bir liste hazırlama girişimi yaptıracak kadar büyüdü, ama Kılıçdaroğlu’nun “Listenin son hali seni yüzde 70 tatmin eder” teminatı vermesi, krizi şimdilik yatıştırdı veya kavgayı dondurup erteletti. Kurultay konuşması ise, Kılıçdaroğlu’nu iki taraflı bir eleştiri dalgasının hedefi haline getirdi. Bir kesim, “Niye demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü gibi konulardan hiç söz etmezken Ergenekon avukatlığını sürdüreceğine işaret eden ifadeler kullandı?” diye yüklenirken.. Bazıları da “Niçin Atatürkçülük ve laiklik vurgusu yapmadı?” şeklinde eleştiriler yönelttiler. Konuşmanın bina edildiği “rejim değil, geçim” esprisi temelindeki mesajlar ise yer yer Cem Uzan’ı hatırlatan tonlamalarıyla tenkide uğradı. “Havuzlu villalar” eleştirilerinin de, öyle yerlerde oturan CHP’liler başta olmak üzere sermayedar burjuva kesimini tedirgin ettiği söylendi. Kılıçdaroğlu’nun “Laiklik zaten bizim temel meselemiz, onun için özellikle vurgulamaya gerek duymadım” veya “Havuzlu villa derken Başbakanı kast ettim, alın teriyle kazanılan paranın hesabı sorulmaz” şeklindeki tavzihleri, ilgili çevreleri ne ölçüde tatmin etti, şu anda bilinmiyor. “Aç çocuklar, mağdur emekliler, zordaki esnaf, merdiven altı tezgâhlarda sigortasız çalıştırılan başörtülü kızlar” söylemlerinin muhatap kitlede nasıl mâkes bulacağı da şimdilik meçhul. Ancak Baykal’ı bitirip Kılıçdaroğlu ile yeni bir rüzgâr estirme projesinin, öteden beri CHP yandaşlığı misyonunu sürdüren, ama son dönemde ciddî tıkanma yaşayan bir kısım medyanın “amigoluk” raddesine varan bir kampanya desteği vermesiyle tam gaz devam ettiği ve bunun en azından ortadaki “yüzer gezer” oyları kısmen dahi olsa CHP’ye yönlendirebileceği öngörülebilir. Ama bunun getirmesi muhtemel oy artışının iktidar için yeterli olup olmayacağı belli değil. Peki, CHP’de iki hafta içinde olup bitenler, kaset operasyonuyla başlatılan dizaynın şimdilik tamamlandığını gösterirken, diğer partileri de etkileyecek şekilde taşları yerinden oynatacak bir sürecin başladığını söylemek mümkün mü? Bunun cevabını zaman ve gelişmeler verecek. Tavsiyemiz, partilerin CHP’de yaşananlardan doğru dersler çıkarıp, iç dizaynlarını kendi inisiyatif ve dinamikleriyle yapmakta gecikmemeleri. 26.05.2010 E-Posta: [email protected] |