Basından Seçmeler |
Deniz Baykal’ın endişeleri ve Bediüzzaman’ın tesbitleri
Bildiğiniz gibi siyaset ile alakalı doğrudan yazılar kaleme almıyorum. Ancak tarihe geçecek tespitleri yapmak benim de vatandaş olarak görevimdir. CHP’de çok önemli bir dönem yaşanıyor. Belli çevreler Deniz Baykal’ı da planlarına esir ettiler ve kendilerine göre CHP’yi ele geçirdiler. Bu konuda benim yaşadığım bir olay ve Bediüzzaman’ın enteresan bir tespitini paylaşmak istiyorum. 1) Bediüzzaman’ın tespiti: Ona göre Cumhuriyet Halk Partisi, bürokratik diktatörlüğe dayanırlar, kanunlar perdesinde bazı memurlara rüşvetler (makam, mevki, örtülü ödenek ve saire) verirler. Memurlara neler verdiklerini darbe planlarıyla ve örtülü ödeneklerin nereye kullanıldığını gazetelerden öğrenerek anlıyoruz. Aslında bunların sicilleri bozuktur; yirmi sekiz senelik sivil diktatörlük dönemlerinde işlemedikleri cinayet kalmamıştır. Bunların kökleri İttihatçılara kadar uzanır. Bunlar Sultan Abdülaziz’i katl eyledikleri gibi, Sultan Abdulhamid’i de hal’ eylemişlerdir. Demokrasilerde, memuriyet hakikatte bir hizmetkârlık olduğu halde; bunlar, bir hâkimiyet, bir ağalık, bir Nemrutçuluk ile nefse gayet zevkli bir hâkimiyet mertebesini bir kısım memurlara rüşvet olarak verdikleri için, bürokrasi ve yayın organları yoluyla iktidara gelmek istemektedirler. Hâlbuki memuriyet, reislik değil; millete bir hizmetkârlıktır. Fakat kendisine yapılan bütün zulümlere rağmen CHP’nin tamamına asla düşmanlık etmemiş ve iki tespiti ile bize ders vermiştir: Birincisi; Mektubat adlı eserinin 13. mektubunda ifade ettiği gibi, Kur’an’ın elmas gibi olan hakikatlerine siyasi partilerin iktidarında da muhalefetinde de ciddi taraftarlar bulunmaktadır. Bu sebeple İslâm âlimleri siyasette tarafsız kalmalıdırlar; ta ki, Kur’an’ın güzel hakikatlerini bütün insanlığa tebliğ edebilsinler. İkincisi; CHP’nin kendisine yaptığı bütün zulümlerine rağmen Bediüzzaman bu zulmü ve haksızlığı sadece ve sadece CHP’nin içindeki dinsiz gruba yüklemiştir. Bunun nispetinin de ancak % 5 olduğunu lahika mektuplarında ve hatıralarında açıklamıştır. 2) Benim Yaşadığım Olay: 1990’ların başında Gaziantep eski CHP milletvekili olan bir dostum beni İstanbul Hukuk Fakültesine Prof. olarak tayin edilmem için Sayın Deniz Baykal’a götürdü. Kendisiyle yaklaşık 2 saat bazı meseleleri müzakere eyledik ve gerçekten de Kemal Alemdaroğlu nezdinde bana aracı oldu. Ancak Alemdaroğlu beni almamayı hayatının başarısı olarak ilan eyledi ve rektörlük seçimlerinde alenen propaganda aracı olarak kullandı. Ben bir vatandaş ve bir bilim adamı olarak neden CHP ile Müslüman Türk Milleti arasında kan uyuşmazlığı olduğunu anlatmaya çalıştım. Sayın Deniz Baykal’ın söylediklerini nakletmeyeceğim; ancak bugünlere ışık tutacak olan bazı cümlelerini tarihe not düşmek için zikredeceğim. Umarım bundan rahatsız olmaz. Aynen şunları özetle söyledi: “Saygıdeğer Hocam! Ben de Bediüzzaman’ın bu tesbitlerine aynen katılıyorum. Her ne kadar ibadetlerimi yapmasam da her sabah Ayetel-Kürsi’yi okumadan evden çıkmıyorum. Bir de benim bu makamda olmam Bediüzzaman’ın işaret ettiği o % 5’lik kesimi yani bazı mezhepçileri ve de ateistleri CHP’ye hakim kılmamak içindir.” Bir grubun medyası bütün gücüyle bağırsa da CHP artık bu gruba teslim edilmek üzeredir. Sayın Kılıçdaroğlu’nun elbette ki Alevi olmasına itirazımız yoktur, bu ülkede herkes her makama gelmeye layıktır; ancak SSK Genel Müdürü iken mezhepçilik yaptığı birçok kaynak tarafından nakledilmektedir. CHP’nin ikinci kanadını teşkil edecek olan Sayın Önder’in ise kimlere önderlik edeceği hem Müslüman milletimiz ve hem de inancına saygılı CHP’liler tarafından iyi takip edilmelidir.
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz Vakit, 25.5.2010 |
26.05.2010 |
Darbenin paşası ve Lütfü Kırdar
27 Mayıs askeri darbesinin 50. yıldönümü olan 2010 yılının 21-22 Mayıs günlerinde bu darbenin ele alındığı bir sempozyum düzenlendi. Heinrich Böll ve Helsinki Yurttaşlar Meclisi’nin birlikte düzenlediği bu sempozyumun ilginç konukları vardı. Darbenin aktörlerinden Milli Birlik Komitesi üyesi Numan Esin, darbede tutuklanıp ağır eziyetler gören dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın torunu Emine Gürsoy Naskali, darbenin mağdurlarından Muammer Çavuşoğlu’nun kızı Nazlı Ilıcak, o dönemle ilgili değişik araştırmalar yapmış akademisyenler konuşmacı olarak tanıklıklarını anlattılar. Sempozyumu izleyenler arasında Demokrat Parti’nin tanınmış isimlerinden Bahadır Dülger’in oğlu ile yaşamını Yassıada’da yitiren Dr. Lütfü Kırdar’ın oğlu da vardı. Nazlı Ilıcak, Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın idam edildikleri günleri anlattı. Haberleri herkes gibi onlar da radyodan öğrenmişlerdi. İdam edilen Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın ailesiyle aynı apartmanda oturuyorlardı. İdamı radyodan öğrendiklerinde yıkılmışlardı. Ancak, Polatkan’ın eşi Mutaharra Polatkan ve kızlarıyla nasıl yüz yüze geleceklerini bilememişlerdi. Bu nedenle haberi duyar duymaz apartmanı terk etmişler, Polatkan’ın ailesiyle karşılaşmaya cesaret edememişlerdi. DP yöneticilerine ‘kuyruk’, ‘düşük’ gibi sözlerle hakaretler ediliyordu. DP’lilerin bütün paraları ve malları bloke edilmişti. DP’liler ve aileleri, maddi-manevi çok büyük bir sıkıntı içindeydiler. *** Birinci günün sonunda, Dr. Lütfü Kırdar’ın diplomat oğlu Üner Kırdar’la toplantı çıkışında karşılaştık. New York’tan yeni gelmişti. Sempozyumu bir kenarda merakla izliyordu. 50 yıl sonra bile hala ‘Demokrat Parti tek parti diktatörlüğü kurmuştu, askerin başka çaresi yoktu’ anlamına gelen konuşmalarının yapılıyor olmasını hayretle izlemişti. Askeri darbeyi meşru gören anlayışın 50 yıldır değişmeden devam ediyor oluşu onu dehşete düşürmüştü. Mete Tunçay, Turgut Tarhanlı, Serap Yazıcı, Ergun Özbudun, Murat Belge, Ahmet İnsel, Tarık Ziya Ekinci, Safa Mürsel, Sezgin Tanrıkulu, Ülkü Azrak, Osman Doğru, İrfan Neziroğlu, Hakkı Devrim, İpek Çalışlar, Nadire Mater, Cengiz Çandar, Dilek Güven, İsmet Akça, Ali Bayramoğlu, Mithat Sancar, Levent Köker, darbeyi değişik yönleriyle ele aldılar. 27 Mayıs askeri darbesine destek veren ve o dönemde meşru bir iktidarın uydurma bir mahkeme karşısında yargılanmasını haklı gören üniversite camiasının darbeye katkıları da masaya yatırıldı. Emine Gürsoy Naskali, dedesi Celal Bayar’ın idam edilmesi için hukuki yorumlar yapan öğretim üyelerinin listesini okudu. Bu öğretim üyeleri, “65 yaşından sonra idam hükmü infaz edilemez” diyen kanun maddesi nedeniyle cezası infaz edilmeyen Celal Bayar’ın idam edilmesi için darbeci Milli Birlik Komitesi’ni göreve çağırmışlardı. Aralarında Bahri Savcı, Tarık Zafer Tunaya, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu gibi isimlerin bulunduğu öğretim üyelerinin listesi çarpıcıydı. Lütfü Kırdar’ın oğlu Üner Kırdar babasının cenazesinde yaşadıklarını anlattı. Yassıada yargılamaları sırasında eski bakanlardan ve İstanbul’un eski valilerinden olan Lütfü Kırdar, kalp krizi geçirerek yaşamını yitirmişti. Henüz yargılamaların başı olduğu için cenazesi ailesine verilmişti. Lütfü Kırdar, valiliği sırasında yaptırmış olduğu Zincirlikuyu mezarlığında toprağa verildi. Cenaze töreni, o güne kadar askeri darbeye karşı sessizliğini koruyan İstanbul halkının sessiz bir tepkisine dönüştü. On binlerce İstanbullu, 27 Mayıs mağduru eski valilerinin cenazesine koşmuştu. Üner Kırdar’la Lüftü Kırdar Kongre Merkezi’nin önünde konuşmamızı sürdürdük: “Büyük kalabalıkla Zincirlikuyu Mezarlığı’na geldik. Mezarın başında babamı tam gömmeye hazırlanırken arkamızdaki kalabalık dalgalandı. ‘Vali Paşa geliyor’ dediler. Gelen 27 Mayıs askeri darbesinin İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı General Refik Tulga’ydı. Herhalde başsağlığına geliyor diye düşündük. Paşa öfkeyle mezarın başına geldi. ‘Nerede bunun oğulları’ diye sordu. Ağabeyim Erdem Kırdar benden daha uzun boylu olduğu için onu gösterdiler. Ağabeyimi yakasından tutup silkeledi. Birkaç hakaretin ardından yanındaki askerler ağabeyimi bir askeri araca bindirip götürdüler. Gözaltına alınmıştı. Endişe içinde, babamı gömdük. Kalabalık da hızla dağıldı.” Bir askeri darbe anısıdır bu... Meraklısına...
Oral Çalışlar Radikal, 25.5.2010 |
26.05.2010 |