Dizi Yazı |
|
Ecdat her yere mührünü vurmuş |
Attığımız her adımda evlâdı fatihanın eseri bizi karşılıyor. Mabetler, hanlar, hamamlar, köprüler silinmez bir iz bırakmış. Herbiri birer sadaka-i cariye olarak hizmetlerine devam ediyor. TEKKELERİNİ SUYUN KAYNAĞINA KURMUŞLAR
Mostar’ın Blagay Köyüne yakın olduğu için Blagay Tekkesi adıyla da bilinen Halveti Tekkesi 550 yıllık bir tarihe sahip. Evliya Çelebi’nin de uğramadan geçmediği bu tekke Buna Nehrinin kaynağının hemen yanına yapılmış. Buna’nın kaynağı da öyle alelâde bir kaynak değil. Buna Nehri Avrupa’daki debisi en yüksek nehirlerin başında geliyor. Saniyede çıkan 43.000 litre su nehri meydana getiriyor. Görüntü olarak da dağın içinden bir nehir çıkıyormuş gibi hali var. Suyun derecesi de oldukça soğuk, 10 derece. Nehrin suyu Avrupa’daki pekçok akarsuyu besliyor, kaynaklık ediyor. Tekkenin bulunduğu yerde nehre girmek yasak. Su öyle berrak akıyor ki, kaynağa yakın bir yerden birer tas da biz içtik. Yekpare bir kayanın hemen dibine kurulmuş olan tekke gezenleri ürpertiyor. Bir tarafı dağa yaslanan, bir tarafı kaynağı gür bir ırmağın üstünde yükselen tekke, sakinlerine her an ölümü düşündürtmüş olmalı. Zaten mesleklerinde rabıta-ı mevti esas alanlar için her an yaşanası bir duygu bu. Bilindiği gibi, bazı tarikat ehlinin mesleklerinin esasını her an ölümü düşünüp, dünya zevklerinden vazgeçmek oluşturuyor. İbrahim Bey, coşkun bir sel gibi akan nehrin kaynağının ihtişamı karşısında şu tesbitte bulunuyor: Tekkenin böylesine debisi yüksek bir nehrin kaynağında kurulmuş olması tesadüf değil. Kaynağın başını tutmuşlar. Okuyup üfleyip Avrupa’ya göndermiş olmalılar. Maddî-manevî fetihler kaynaktan su içenlerin sırrında saklı. Fetihlerde kılıç kadar duaların da önemli olduğu düşünülürse bu tesbit akla uzak gelmiyor. Tekkeye bitişik bir de türbe var. Sarı Saltuk ve tekkenin uzun süre şeyhliğini yapmış Aşık Paşa’nın sandukaları var bu türbede. 1644’teki Evliya Çelebi ziyaretinden sonra eklenmiş tekkeye. Şu anda tekke ziyarete açık. Az bir ücret karşılığında gezebiliyorsunuz. Tekke 2 katlı. Alt katını tekkenin bakımını üstlenenler kullanıyormuş, üst katta ise türbeye bakan bir pencere ve sofaya açılan 3 kapı var. Tavanların ahşap süslemeleri çok hoş. Büyük olan odadan lavabo, tuvalet ve hamamın olduğu kısıma geçiliyor. Ufak hamam da çok şirin, yıldız şeklinde kubbe pencerelerine sahip. Şimdilerde gelen giden eksik olmasa da eskiden kimselerin uğramadığı bu yerde dervişler akıp giden nehre hangi düşüncelerini, hislerini bırakmışlardır diye düşünmekten edemiyor insan... Burada bir de şikâyetimizi belirtmeden geçmeyelim. Tekke içindeyken sizi maddî dünyadan koparıp manevî âlemlere daldıran hava, tekkenin kapısında son buluyor. Hemen bitişiğinde yer alan lokantalarda nehrin şırıltılarını dinleyerek bir şeyler yemek istediğimiz de içkili olduğunu öğreniyor ve geri çıkıyoruz. Ve birbiri ardına sıralanan lokantaların hiçbiri maalesef bizim aradığımız evsafta değil.
MİNYATÜR BİR OSMANLI KASABASI: POÇİTELY
aman tüneline girdiğiniz izlenimi veren bu yerleşim yeri taştan binaları, evleri ve mabetleri ile tipik bir Anadolu kasabası gibi sizi karşılıyor. Mostar’ın yirmi kilometre güneyinde bulunan kasaba Adriyatik Denizi'ne de çok yakın. Kasabanın sağ tarafından Adriyatik’e karışan Neretva Nehri akıyor. Bir hisarı andıran kasabanın tepesinde kale yer alıyor. Osmanlılar burayı Adriyatik kıyılarını kontrol için kullanmışlar. Evler ilk bakışta, Amasya’daki yalı boyu evlerini hatırlatıyor. Kalenin hemen altında kayalıklar oyularak yapılan Hacı Ali Camii 1562 yılında inşa edilmiş. Şişman İbrahim Paşa Camii olarak da bilinen cami son savaşta Sırpların hedefi olmuş ve yıkılmış. Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından aslına uygun olarak onarılan cami, bu gün ibadete açık. Türkler tarafından onarıldığını göstermek için olsa gerek Türk Bayrağının asılı olduğu camide kitaplar arasında gördüğümüz İhlâs Risâlesi bizi ayrı bir duygulandırdı. Turistik bir merkez görünümünde olan kasabada 17-18 aile yaşıyor. Medresesi, hanı, hamamı ile bir açık hava müzesi olan kasaba her haliyle Osmanlı mührünü taşıyor.
DAYTON ANTLAŞMASI* BOSNA’NIN LOZANI
Bosna-Hersek yeni dünya düzeni için sembolik mânâda önemli bir ülke. Burada Doğu ile Batı, İslâm ile Hıristiyanlık, Katoliklik ile Ortodoksluk, Katoliklik ile İslâm, İslâm ile Ortodoksluk buluşuyor. Bu şekilde birbirine karşı üç unsurun, Katolik Faşizmi, Ortodoks Slavcılık ve İslâmın buluştuğu Bosna, medeniyetler çatışması veya barışı konusunda örnek teşkil edecek. Baskın bir din veya milliyetin ağırlıkta olan bir çokuluslu-çok dinli siyasî yapının kurulup kurulamayacağı burada denenmiş olacak. Bu yüzden 200 bini Boşnak olmak üzere 300 bini aşkın insanın vefat ettiği etnik katliâm sonrası yapılan Dayton Antlaşması’nda hedeflenen de çok uluslu, çok dinli, çok toplumlu bir model oluşturmak. Bu şekilde üç unsuru bir araya getiren bir devlet kurmak hedeflenmiş. Dayton Anlaşması Bosna’da hâkim unsurlardan birinin diğerine baskınlık kurmasına müsaade etmiyor. Yani temelde çoğunluk olan Müslüman Boşnakların hâkimiyetini engelliyor. 2000 yılında Bosna-Hersek’te de bir seçim gerçekleştirildi. Ancak Dayton Antlaşması’nın Bosna-Hersek topraklarını üçe bölmesi sebebiyle Boşnakların oylarının ağırlığı seçimlerde çok fazla kendini hissettiremiyor. Dayton Antlaşması acı reçete olmasına rağmen Aliya İzzetbegoviç’in realiteyi görerek bu anlaşmayı imzalaması, onu küçültmemiş büyütmüş. Yaser Arafat, Hamas’ın baskısıyla Ehud Barak’ın uzattığı eli boşlukta bıraktığı için ne Barak, ne Clinton, ne de Arafat kazançlı çıktı. Barak ve Clinton’a bir şey olmadı, ama Filistinliler hâlâ perişan. Şu söylenebilir ki, Aliya İzzetbegoviç’i bağımsızlık savaşı başlattığı için değil, karizmasından fedakârlık yaparak sulh anlaşması imzaladığı için başarılı olmuş.
*Dayton Antlaşması, Bosna Savaşı’nı sona erdiren antlaşmadır. Zamanın Bosna-Hersek Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç, Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç ve Hırvatistan Devlet Başkanı Franjo Tudjman tarafından Kasım 1995’te ABD’nin Ohio eyaletindeki Dayton şehri yakınında uzlaşma sağlanmış ve 14 Aralık 1995’te de antlaşma resmen imzalanmıştır. Bu antlaşmanın arkasından 1996’da bölgelere NATO güçleri gönderilmiştir. Bu antlaşma ile Bosna Hersek kantonlara bölünmüş ve ülkenin % 49’unu Sırp Cumhuriyeti (Republika Srpska) % 51’ini Boşnak-Hırvat Federasyonu’nun (FBiH) kontrol etmesi kabul edilmiş, Doğu Slavoniya’yı da Hırvatistan’ın kontrol etmesi öngörülmüştür.
Fatih’in fermanı, Bosna’daki Osmanlı hoşgörüsünün delili
Bosna-Hersek’İn Fonitsa şehrinde yaşayan Hıristiyanlığın Katolik mezhebine bağlı Fransisken tarikatı üyeleri, Fatih Sultan Mehmed’in kendilerine “özgürlük bahşeden” fermanı sayesinde bugüne kadar ayakta kaldı. Osmanlı’nın çeşitli dinlere, milletlere ve kültürlere karşı hoşgörüsünün en iyi örneklerinden birini Saraybosna’ya 60 kilometre uzaklıktaki Fonitsa şehrinde Fransiskenlerin manastırında muhafaza edilen Fatih Sultan Mehmed’in “Ahidname” olarak adlandırılan fermanı gösteriyor. Fatih’in 28 Mayıs 1463 yılında Fransisken tarikatının kurucusu Anceo Zvizdoviç’e Bosna’yı fethi sırasında verdiği bu ferman, halen manastırın müze olarak kullanılan kısmında muhafaza ediliyor. Manastırın müzesinde, “Ahidname”nin orijinalinin yanı sıra Fatih’in Fransisken tarikatının kurucusu Anceo Zvizdoviç’e hediye ettiği kıyafet ve Bosna’nın son 600 yılda geçirdiği en önemli izlere ait materyaller teşhir ediliyor. Fonitsa şehrine hakim bir tepede kurulu bulunan manastırda, 3 bini Osmanlı döneminden kalma el yazması kitabın da yer aldığı kütüphane bulunuyor.
AHİDNAMENİN TÜRKÇE ÇEVİRİSİ
Fatİh Sultan Mehmed’in tuğrasını taşıyan ve “ahidname” olarak bilinen fermanda şu ifadeler yer alıyor: “Ben Fatih Sultan Mehmed Han... Dünyaya ilân ediyorum ki, bu padişah fermanı verilen Bosnalı Fransiskenler himayem altındadır ve emrediyorum ki; Hiç kimse, ne bu adı geçen insanları ne de onların kiliselerini rahatsız etmesin ve zarar vermesin. İmparatorluğumda huzur içerisinde yaşasınlar ve bu göçmen durumuna düşen insanlar, özgür ve güvenlik içerisinde yaşasınlar İmparatorluğumdaki bütün memleketlere dönüp korkusuzca kendi manastırlarına yerleşsinler. Ne padişahlık eşrafından, ne vezirlerden veya memurlardan, ne hizmetkârlarımdan, ne imparatorluk vatandaşlarımdan hiç kimse bu insanların onurunu kırmayacak ve onlara zarar vermeyecektir...”
YARIN: MEDRESELER HAYATTA VE AYAKTA |
26.05.2010 |