Faruk ÇAKIR |
|
İşlerin yürümesi için |
Karşılaştığımız pek çok olumsuz hadiseyi “kıyamet alâmeti” olarak vasıflandırırız. Dünyanın ömrü içinde “Asr-ı Saadet” günleri “ikindi vakti”ne denk geldiğine göre, kıyametin kopma vaktini hatıra getiren “akşam vakti”ne yanaşmış sayılırız. Malûm olduğu üzere, hadis-i şeriflerdeki ifadelerde ‘iş’lerin ehil olanlara verilmemesi ‘kıyamet alâmetleri’ olarak anlatılır. “İş”lerin ehil olanlara verilmesi gerektiği Kur’ân’da da emredilir. Hatırlamak gerekirse, bu konudaki âyetlerden biri şöyledir: “Allah size, mutlaka emanetleri [işleri] ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle davranmanızı emreder.” (Nisa Sûresi, Âyet: 58) Benzer şekilde hadis-i şeriflerde de işlerin ehil olanlara tevdî edilmesi gerektiği hatırlatılır. Bu konudaki hadis-i şeriflerden birinde Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur: “İş ehli olmayana (lâyık olmayana) tevdî edildiği (verildiği) zaman, kıyameti bekle.” “İşi ehil olana verme” konusundaki ikazlar dikkate alınmış olsaydı, belki de bugün içinde bulunduğumuz problemlerle karşılaşmazdık. Tabiî ki ‘işi ehline verme’ konusu çok iyi tahlil edilmelidir. “Emaneti ehil olana teslim etme” konusu sadece maddî işler için geçerli değil. Aynı ölçüler siyasî ve sosyal hadiselerde de geçerlidir. Bu noktadaki ihmalin faturasını sadece bu ihmali yapanlar değil bütün bir Türkiye ödüyor. Bakınız, doğrudan değilse de dolaylı olarak ödediğimiz fatura bir uzman tarafından nasıl formülleştirilmiş: İçişleri Bakanlığı Müfettişi Vahdettin Özcan, “Adam kayırmacılık, siyasal kayırmacılık, hizmet kayırmacılığı, rant kollama, vurgunculuk, lobicilik, rüşvet, hediye alma, verimsizlik ve israf kamudaki yozlaşma örnekleridir. Yozlaşmanın sonucunda da yönetime karşı güven krizi ve liyakatsizliği meydana getiriyor. Bizim en önemli sorunumuz da liyakatsizlik yani işin ehline verilmemesidir.” (Yeni Asya, 22 Mayıs 2010) Malûm olduğu üzere Risâle-i Nur eserlerinde de “işin ehline verilmesi” noktasında çok ikazlar vardır. Münâzarât’ta bu husus anlatılırken şöyle denilmiş: “Hamiyet ayrı, iş ayrıdır. Bence bir kalb ve vicdan fezâil-i İslâmiye ile mütezeyyin olmazsa, ondan hakikî hamiyet ve sadakat ve adalet beklenilmez. Fakat iş ve san’at başka olduğu için, fâsık bir adam güzel çobanlık edebilir. Ayyaş bir adam, ayyaş olmadığı vakitte iyi saat yapabilir. İşte, şimdi salâhat ve mahareti, tâbir-i âharla fazileti ve hamiyeti, nur-u kalb ve nur-u fikri cem edenler vezâife kifayet etmezler. Öyleyse, ya maharettir veya salâhattir. San’atta maharet ise müreccahtır.” (Münâzarât, s. 56) Bu problem sadece Türkiye’nin de problemi değil. Belki bütün bir İslâm âleminin ve dolayısı ile dünyanın da problemi. Ama bakıldığında Avrupa’nın bu hususta daha hassas davrandığı görülebilir. Bizdeki ‘yasakçılar’ın yapamadığı şey de tam budur. İnsanların ‘iş’lerine bakacakları yerde, ‘giyim’lerine ve dolayısı ile ‘dış’larına bakmayı tercih ediyorlar. Böyle olunca da yıllar geçtiği halde ‘bir arpa boyu yol’ alamamış oluyoruz. Her konuda “iş”i ehline verelim ki işler yürüsün; millet sürünmesin... 26.05.2010 E-Posta: [email protected] |