Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
“Vakıflık” üzerine |
Aşağıdaki satırları, iki hafta önceki yazımızla ilgili olarak “Amerika mektubu” yazarımız Said Hafızoğlu’nun gönderdiği mesajdan aktarıyoruz. Birlikte okuyalım: “33. yıla girerken” başlıklı yazınızı, ilk yayınlandığı gün okumuştum. Hem yazınızın sonundaki çağrıya cevap vermek, hem de bahsettiğiniz konularda bazı düşüncelerimi iletmek istiyorum. Öncelikle bu güzel yolculuğunuzda muvaffakiyetler diliyorum. Yazılarınızı uzun zamandır takip eden biri olarak, bu yolculuğa nasıl başladığınızı paylaşmanız benim için çok önemli. Üniversite tercihinde Yeni Asya’da hizmet fikrini esas aldığınızı ifade babında verdiğiniz önemli bilgiyi okurken bazı düşünceler hâsıl oldu: Aynı düşüncelerle üniversite öğrenimi için İstanbul’u tercih ettiğini söyleyen başka değerli kalem erbabını da duymuştum. Ve Hakîm isminin tecellîsi olarak, istidadına uygun yolculuk yapanların meyvelerinin de güzel olduğunu görüyoruz. Bu çok önemli gerçekten. Bu noktada belki şu soru sorulmalı: Risale muhatabı gençler, şimdilerde bu yolculuklara çıkabiliyorlar mı? Bunu her iki yönden de tahlil etmek gerekiyor diye düşünüyorum. Yani aktif halde görünen neşriyat hizmetindekilerin, genelde okuyucu kitlesiyle, özelde gençlerle iletişimi nasıl? Tabiî, iletişim derken, modern pazarlamacılığı değil, iman kardeşliği temelli irtibatı kast ediyorum. Diğer bir yönü de gençlere bakıyor. İstidadını keşfeden gençlerin hizmetin neşriyat birimlerinde istihdamı noktasında karşılıklı samimî yaklaşımlar geliştirilerek güzel neticeler alınabilir. Tercüme ve tashih çalışmalarının meyvelerinden bahsetmişsiniz. Allah razı olsun. “Okura saygı açısından önemli” notunuz da çok hoş. “Vakıf” sisteminin neşriyat ünitelerinde de geçerli olması konusu ise zihinlerde ihmale uğramış bir nokta. Aslında ilk başta “vakıf” kavramının çerçevesinin iyice belirlenmesi gerekiyor. Bu konu hakkında sizden bir “tahlil” bekliyoruz. Şahsen vakıf denince benim aklıma, imanî sorularıma en samimî bir arkadaş olarak muhatap olan ve bu soruların cevaplarını, Risale-i Nur’daki hakikatlerin kendi dünyasındaki mânâ ve karşılıkları çerçevesinde paylaşan kimse geliyor. Diğer hizmet, faaliyet ve neticeler bu samimî paylaşımın fıtrî tezahürleri olarak ortaya çıkmalı... *** Hafızoğlu’na, özellikle bu konulardaki yakın, samimî, sürekli ilgisi ve katkıları için teşekkür ediyoruz. Düşüncelerini umumun istifade, istişare ve değerlendirmesine sunarken, vakıf meselesi için ilâveten ifade edebileceğimiz husus şu: Mesele, münhasıran rıza-yı İlâhîyi esas maksat yaparak ömrünü Risale-i Nur hizmetine vakfetmek. İhlâsın özü, esası ve temeli de Allah rızasına kilitlenmek değil mi? “İmanî sorulara samimî muhatabiyet” de bu ihlâsa bağlı. Kur’ân’ın Risale-i Nur’a yansıyan derin ve şifreli mesajlarını daha iyi anlayabilmek ise, bu mânâ ekseninde teşekkül eden ihlâslı bir şahs-ı manevîye mensup hizmet erlerinin bütün hayatlarını doldurup nurlandıracak son derece ulvî bir meşguliyet. Ve böyle bir anlayışla hizmetin her geçen gün çoğalıp genişleyen birimlerinden herhangi birinde, istidat ve kabiliyete göre yapılacak tercihle istihdam edilmeyi öngören bir niyet ve kararlılık, hem ne kadar zorlu olursa olsun bilumum engelleri aştırır, hem de muvaffakiyet ve inkişafların önünü açar. Dershanelerde de, neşriyatta da, hizmet için ihtiyaç olan diğer tüm alanlarda da. Bilal Yükselten'in yazdığı gibi, hizmet ve neşriyat müesseseleri için gerekli olan yöneticilik, işletmecilik, finans uzmanlığı da bunlar arasında. Bu itibarla, hizmet alanı olarak hangi birimi seçerse seçsin, bir vakıf için önemli olan, öncelikle Risale-i Nur’da, sonra da istidat ve kabiliyetine göre tercih ettiği hizmet branşında yoğunlaşıp “uzmanlaşmak” ve hayatı boyunca her iki cenahta da derinleşerek son nefesine kadar ihlâs ve istikamet çizgisinde, bu cehd üzere sebat etmek. 23.05.2010 E-Posta: [email protected] |