Ali FERŞADOĞLU |
|
Sadakat ve sebatın kazandırdığı altın hazinesi! |
Kur’ân’ı anlamanın, İslâmı yaşamanın birinci şartı, okumaktır. İkincisi, okuduklarını özümsemek, benimsemek ve yaşamaktır. Üçüncüsü sadakat, samimiyet ve sebatla devam etmektir. Sadakat, gönlü açmaktır. Yemek yiyebilmemiz için ağzımızı açmalıyız! Hakikatlerden beslenebilmemiz ve hazmedebilmemiz için de gönlümüzün ağzını açmalı. İşte o da samimiyet ve sadakattir. Dâvâya sadakat, huzur ve mutluluk kaynağıdır. Zira, sadakat, ikilemi, çelişkiyi ortadan kaldırır. Sadakattan gelen sıkıntı, ikilemden gelen menfaatten binlerce kat daha huzur vericidir. Peygamberine sadakat gösteren ümmet, şeyhine sadakat gösteren mürid, üstadına sadakat gösteren talebe dünyada da kazanır. İşte tarihin derinliklerinden gelen bir sadakat dersi ve kazandırdıkları: Zülkarneyn (as) ordusuyla gece yolda giderken ordusuna: “Ayağınıza takılan şeyleri toplayın” diye emir verir. Ordu bu emri duyunca; içlerinden bir grup: “Çok yürüdük, çok yorgunuz. Gece vakti bir de ayağımızı takılan şeyleri toplayarak boşuna ağırlık mı yapacağız? Hiçbir şey toplamayalım” diyerek hiçbir şey toplamazlar. İkinci grup ise; “Madem komutanımız emretti, birazcık toplayalım, emre muhalefet etmeyelim. Zira ordunun komutanına itaat etmek gerekir” diyerek az bir şey toplarlar. Üçüncü grup ise; “Komutanımız bir şeyi boşuna emretmez. Muhakkak bildiği bir şey vardır. Bir hikmeti vardır” diyerek bütün abalarını ağzına kadar doldururlar. Sabah olduğunda bir de bakarlar ki, meğer bir altın madeninden geçmişler de, ayaklarına değen şeylerin altın olduğunun farkına varamamışlar. Bunu anlayınca, hiç almayan birinci grup; “Ah niçin almadık! Nasıl dinlemedik komutanımızın sözünü. Keşke alsaydık! Keşke bir tane alsaydık!” diyerek pişman olurlar. Az alan ikinci grup ise; “Ah ne olaydı da biraz daha fazla alsaydık. Ceplerimizi, abalarımızı hınca hınç doldursaydık” diye sitem ederler kendilerine. Çok alan üçüncü grup ise: “Keşke gereksiz, lüzumu olmayan eşyalarımı atsaydım, daha çok toplasaydım. Her şeyimizi doldursaydık, daha fazla alsaydık” diyerek, fazla almalarına rağmen üzülürler. İşte bu misalde olduğu gibi, dostlar, kardeşler, talebeler, “Keşke keşke Risâle-i Nur’a daha fazla sarılsaydım, Üstadımı dinleseydim, ona sadakatla bağlansaydım ve sebat etseydim!” diye hayıflanmadan önce sadakatle bağlanmalıdırlar. Bediüzzaman “Risâle-i Nur, kendi sadık ve sebatkâr şakirtlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymettar neticeye mukabil fiyat olarak, o şakirtlerden tam ve halis bir sadakat ve daimî ve sarsılmaz bir sebat ister”1 der. Risâle-i Nur’un kazandırdıklarını şöyle özetleyebiliriz: İman esaslarını, İslâm şartlarını ispat ve izah ederek imanla kabre girmeyi taahhüt ediyor; ibadetleri ifa ettiriyor. Şüphe ve vesveselerimizi tedavi ediyor. Duygularımızı terbiye ediyor; olumluları yüceltiyor, olumsuzları mecralarına yönlendiriyor. Kur’ân ve Sünnet’in bu zamandaki içtimaî ve siyasî ölçülerini vererek fikrî istikameti sağlıyor. Deccalizmi ve deccalleri teşhis ederek onların yanında yer almamızı önlüyor.
Dipnot: 1- Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, YAN, s. 163. 28.05.2010 E-Posta: [email protected] [email protected] |