Umut YAVUZ |
|
İsrail’e karşılık vermenin zamanı değil mi? |
İsrail kendisine yakışanı yaparak, Gazze’ye insani yardım götüren gemilere saldırı düzenledi. Gemilerde 50 ülkeden 600 civarında sivil insan bulunuyordu. Tek amaçları Gazze’ye insani yardım götürmek ve Gazze’deki ablukayı böylesi sivil ve insani bir yolla delmekti. İsrail devleti bu girişimi engelleyeceği konusunda uyarıda bulunmuştu. Dediğini de yaptı. Şu ana kadar gelen bilgilere göre en az 10 kişi hayatını kaybetti. Bunlardan 9’unun Türk olduğu ifade ediliyor. Öte yandan 50’nin üzerinde de yaralı var. Netice itibariyle Mavi Marmara gemisinin kontrolü İsrailli deniz komandolarında… Bu pek tabii ki, hukuk dışı, insanlık dışı bir devlet terörüdür. Ama İsrail bunu ilk defa yapmadığı için çok da şaşırtıcı olmamıştır. Olayın uluslar arası kara sularında olması ve tamamen sivillerden oluşan bir gemiye karşı yapılması da hukuk dışılığı arttıran iki önemli faktör. Ayrıca olayın sadece Türkiye açısından değil, uluslar arası boyutu olduğu ve dolayısıyla verilen tepkilerin uluslar arası boyutta olması gerektiği de bir başka hakikat. İsrail tarafı pek tabii ki, kendisini haklı çıkaracak uydurma gerekçeler öne sürmeye şimdiden başladı. Ama hiçbir gerekçe bu saldırıyı haklı çıkarmayacaktır. Öte yandan Türkiye Dış İşleri Bakanlığı bu yazı yazıldığı saatlerde, sert bir kınama mesajı yayınladı. İsrail’in bu saldırısının sonuçlarına katlanacağı ve bu olayın telafisi olmayan sonuçlar doğuracağı ifade edildi. Şimdilik bu sözlerin ne anlama geldiği bilinmiyor. Bunu ilerleyen saatlerde göreceğiz. İsrail Büyükelçisi de dışişlerine çağrılarak olayın hesabı sorulmaya ve izahat istenmeye başlandı. Daha sonra da büyükelçimizi geri çektiğimiz haberi geldi… Öte yandan İsrail’in büyükelçiliklerine insanlar akın ettiler ve oralarda da protesto gösterileri oldu ve gergin anlar yaşandı. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ise Mısır gezisini yarıda keserek, Ankara’ya dönme kararı aldı. Latin Amerika gezisindeki Başbakan’ın da bugün dönmesi bekleniyor… Türkiye, izlediği dış politika ile uzun süreden beri İsrail ve Ortadoğu problemi konusunda gerek Türkiye kamuoyunda gerekse İslam dünyası nezdinde ciddi bir beklenti oluşturmuştu. Erdoğan’ın Davos’ta “One minute” çıkışıyla sembolleşen bu tavır, son olarak İsrail’in OECD’ye kabulü sırasında, Türkiye’nin veto hakkını kullanmaması ve şerh düşmekle yetinmesi sonrasında büyük yara almış ve samimiyet sınavını geçememişti. Şimdi Türkiye hükümeti yeni bir imtihanla karşı karşıya… Kamuoyundaki beklenti büyük… Bunu insanların söylemlerinden anlamak mümkün… “Derhal savaş açılsın” gibi büyük çaplı beklentilerden tutun da, sert diplomatik tedbir ve ekonomik boykotajlara varan tedbirler konuşuluyor. Bütün bunların arkasında dediğimiz gibi Türkiye’nin süregelen tavrının yattığını söylemek yanlış olmaz. Peki Türkiye’nin İsrail’e karşı geliştirdiği bu politikaların bir alt yapısı var mıydı? Asıl sorgulanması gereken nokta işte budur. Zira Sayın Başbakan’ın, muhalif politikacıların uçuk vaatleri karşısında çok yaygın kullandığı bir argümanı vardır: “Bunun karşılığı nedir?”… Başbakan burada kendine has üslubuyla “Vaatlerinizin alt yapısını açıklayın, bol keseden sallamayın” demek ister her zaman… Aynı suali Türkiye dış politikasında da, politika belirleyenlere sormak gerekiyor: Söylemlerinizin arka planı var mıdır? Bunların arkasında durmak için gereken güç, cesaret ve somut kozlar elinizde midir? Nasıl ki, ekonomide “para basmak” için basacağınız paranın mutlaka bir karşılığı olması gerekir… Aynı şekilde devletler bazında atacağınız her adımın, her eylem ve söyleminizin de pratikte bir karşılığı olması şarttır. Bugün Türkiye’nin yönetiminde, hemen her kademede bunun eksikliği yaşanmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin İsrail politikalarının da bu şekilde “altyapısız” ve “pratikte karşılığı olmayan” bir takım hamasi söylemlerden öteye geçmediğine şahit oluyoruz. Sözgelimi İsrail bir yandan sizin bayrağınızın asılı olduğu gemiye saldırırken ve çoğu sizin vatandaşınız olan onlarca kişiyi öldürüp yaralarken, öte yandan da İskenderun’da Deniz İkmal Komutanlığı’na bir roketatarlı saldırı oluyor ve 7 şehit 8 yaralı veriyorsunuz. Yani içerden ve dışarıdan vuruluyorsunuz. Eş zamanlı olarak politik anlamda kilitleniyorsunuz. İşte altyapısı olan ve pratikte uygulanabilir bir politika örneği. Zira PKK kuruldu kurulalı Deniz Kuvvetleri’nden herhangi bir birime karşı herhangi bir saldırı gerçekleşmemişti. Demek ki, Mossad marifetiyle İsrail, Türkiye’ye gözdağı vermektedir. “Yaklaşma, karıştırırım” demektedir. Gemilere saldırı düzenlenmesi ile deniz kuvvetlerine yapılan bu saldırının eş zamanlı olarak gerçekleşmesi bir tesadüf olabilir mi? Pek tabii ki planı ve programlı bir harekettir, derin ve ince mesajlar içermektedir. İsrail’in bugün attığı bu adımların kendi sonunu yaklaştıracağı konusunda ümit ve temennilerimiz yok değil, lakin olaya bu boyutları ile baktığımız zaman, Türkiye’nin ne denli cılız, zayıf ve mesnetsiz bir dış politika anlayışına sahip olduğuna da ne yazık ki şahit oluyoruz. Bu olay üzerinden iç siyasette birtakım sonuçlar çıkaracak, yahut bu vahim olayı dilimize dolayacak değiliz. Ancak şu bir gerçek ki, Davos çıkışının ve İsrail’e karşı sert söylemlerinin içeride meyvelerini toplayan ve bunlardan nemalanan hükümetimiz, bu vahim olay karşısında –tıpkı OECD’deki rezalet gibi- gerekli ve somut karşılığı vermediği takdirde, sonuçlarına katlanması gerekecektir. Son olarak Türkiye’nin vermesi gereken yahut verebileceği somut tepkiler konusunda ortaya atılan bir görüşü de aktarmakta fayda var. Görüşlerin bir çoğunun ortak paydası “artık kınamanın bir anlam taşımadığı” yönünde. Dolayısıyla diplomatik, ekonomik ve askeri bir takım yaptırımlara gitmekten başka çare kalmamıştır. Bir zamanlar büyükelçilik düzeyinde yaşanan “alçak koltuk” krizinin ve benzeri krizlerin ardından, nota verilmesi istendiğinde Başbakan bu isteklere “Bu müzik notası değildir” diyerek alaycı bir karşılık vermiştir. Şimdi sormak gerekiyor Sayın Başbakan’a: Acaba nota vermeyi düşünüyor musunuz? Yoksa Rio’da samba ritminden notalar mı dinlemeyi tercih edersiniz? 01.06.2010 E-Posta: [email protected] |