Süleyman KÖSMENE |
|
İsm-i Kayyûm üzerine-3 |
Abdullah Bey: “Otuzuncu Lem’a’nın Altıncı Nüktesine göre, varlıklardaki baş döndürücü faaliyetlerin Kayyûm ismi ve buna bağlı Kayyûmiyet sırrı ile îzahını yapar mısınız?”
Kayyûmiyet sırrı, bütün mevcûdâtı yokluktan çıkarıp her birisini sonsuz fezâda; “Gördüğünüz gibi gökleri hiçbir direk olmaksızın yükseltti”1 âyetinin sırrıyla durdurmakta, kıyâm ve bekâ vermekte ve umûmunu Kayyûm isminin tecellîsine mazhar kılmaktadır. Eğer bu istinad noktası olmasa idi, hiçbir şey kendi başıyla durmayacak; hadsiz bir boşlukta yuvarlanıp ademe ve yokluğa düşecekti. Mevcûdâtın kıyâmları nasıl ki Kayyûm-u Zülcelâl ile oluyor; mevcûdâtın hallerinin ve keyfiyetlerinin uçları da, telefonları çalışır vaziyette tutan yansıtıcı direkleri gibi Kayyûmiyet sırrında; “Bütün işler O’na döndürülür”2 âyetindeki dönüş sırrına bağlıdır.3 Felsefecilerin ileri sürdükleri gibi her şeyin birbirine dayandığı farz edilse; bu defa varlıklar adedince devirler ve silsileler lâzım gelecektir. Meselâ bu şey şuna dayanacak, şu ona, o ona, o ötekine... Git gide devirler ve zincirler devam edecek. Zincirler sonsuza kadar uzayıp gitmeyeceğine göre, elbet bir yerde son bulacaktır. İşte bütün devirlerin ve silsilelerin sonu Kayyûmiyet sırrıdır. Kayyûmiyet sırrı anlaşıldıktan sonra ise, artık böyle mevhum ve hayâlî devirlere, zincirlere ve silsilelere hiç gerek kalmayacaktır. Çünkü bütün devirler, zincirler ve silsileler ortadan kalkacak; her şeyin doğrudan doğruya Kayyûmiyet sırrına bağlı olduğu görülecektir. Bedîüzzaman, böylece, felsefenin teselsül ve devir mantığını, Kayyûm isminin sırrı ile çürütmekte ve her şeyin doğrudan Hayy ve Kayyûm olan Cenab-ı Allah’a dayandığını ispat etmektedir.4 Üçüncü Şuâ: “O her an bir tasarruftadır.”5, “O dilediği gibi Faal’dir.”6, “O dilediği gibi yaratır.”7, “Her şeyin iç yüzü ve melekûtü O’nun elindedir.”8, “Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor?”9 gibi âyetlerin işâret ettikleri baş döndürücü hallâkiyet ve faaliyet içindeki Kayyûmiyet sırrının bir derece îzâhı şöyledir: Zaman selinde mütemâdiyen çalkalanan ve kâfile kâfile arkasından gelip geçen mahlûkâtın bir kısmı bir saniyede gelip, hemen kaybolmakta; bir taifesi bir dakikada gelip geçmekte; bir nev’i, bir saat âlem-i şehâdete uğrayıp, ardından âlem-i gayba girmekte; bir kısmı bir günde, bir kısmı bir senede, bir kısmı bir asırda, bir kısmı da asırlarda bu şehâdet âlemine gelip, konup, vazife görüp gitmektedirler. Mevcûdâtın bu hayret verici seyahat ve seyerânı, mahlûkâtın bu baş döndürücü sefer ve seyelânı öyle bir intizam, mîzan ve hikmetle sevk ve idâre ediliyor ve onlara öyle basîrâne, hakîmâne ve müdebbirâne kumandanlık ediliyor ki, bütün akıllar birleşse ve bir tek akıl olsa, o hakîmâne sevk ve idârenin künhüne yetişemezler, kusur bulup tenkit edemezler! İşte bu baş döndürücü yaratılış çerçevesinde, Zât-ı Kayyûm-u Zülcelâl, o sevimli mahlûkâtı hiç birine göz açtırmayarak gayb âlemine gönderiyor; hiç birine nefes aldırmayarak dünya hayatından terhis ediyor; bu dünya misâfirhanesini mütemâdiyen misâfirlerin rızâsı olmadan boşaltıyor; dünyayı bir yazar-bozar tahtası hükmüne getirerek dâimâ hayata ve ölüme mazhar ediyor. Bu sonsuz faaliyetin ve bu muazzam hallâkiyetin üç mühim sırrı ve şûbesi vardır: Birinci Şûbe: Faaliyet, lezzet demek olan vücudun tezâhürüdür ve elem demek olan yokluktan uzaklaşarak silkinmektir. Her bir istidâdın faaliyetle ortaya çıkması bir lezzetten gelir, bir lezzeti netîce verir. Her bir kemâl sahibi, faaliyetle kemâlâtının tezâhür etmesinden lezzet alır. İnşaallah yarın devam edelim.
Dipnotlar: 1- Ra’d Sûresi, 13/2 2- Hûd Sûresi, 11/123 3- Lem’alar, s. 339 4- Lem’alar, s. 339 5- Rahmân Sûresi, 55/29 6- Burûc Sûresi, 85/16 7- Rûm Sûresi, 30/54 8- Yâsîn Sûresi, 36/83 9- Rûm Sûresi, 30/50 25.05.2010 E-Posta: [email protected] |